18 Ocak 2017 Çarşamba

HZ DAVUD

İbrânîce’de “en çok sevilen kişi, göz bebeği” anlamına gelen bu ismin Kitab-ı Mukaddes’te Dâvid (Deyvid) veya Dâvîd şeklinde geçtiği ve sadece Hz. Dâvûd’a ad olarak verildiği görülmektedir. Dâvûd (a.s.) M. Ö. 1010-970 yılları arasında hüküm sürmüş, ikinci İsrâil kralı ve peygamberidir. Kaynaklar, onun on birinci dedesi olarak Ya’kub (a.s.)’u gösterir.


İsrailoğulları Hz. Musa'dan sonra Filistin'e gelişlerine kadar 356 yıl boyunca hükümdarsız kalmışlardır.

Hz. Musa'dan sonra onun yerini alan Yûşa' b. Nûn, çe­şitli şehirlerde yaşayan İsrâiloğulları'nı çölden çıkararak onları dedelerinin ülkesine yerleştirdi. Bu ülke, Hz. Ya’kub’un yaşadığı Ken’an bölgesi olup, İsrâiloğulları için mukaddes ülke sayılır. Her bir boyuna bir hâkim tayin et­mişti, bunların arasında peygamber olanlar da vardı. Samuel peygamber zamanı­na kadar devam eden bu döneme "hâkimler dönemi" denilmektedir. O döneme ka­dar İsrâiloğulları Amâlike, Midyanîler, Ârâmîler ve Filistinliler'le savaşıp durdu­lar. Kimi zaman onlar kimi zaman bunlar galip geliyorlardı. Aynı zamanda hâkim olan Samuel peygamberin yaşlandığı günlerde Gazze yakınlarında Filistînler'le (Amâlika) yaptıkları bir savaşta büyük bir mağlûbiyete uğradılar. İsrâiloğulları tarafından kutsal kabul edilen bir sandık vardı. Kur’ân-ı Kerim’de bu sandığa “tâbût” adı verilmektedir. Tabutun içinde Tevrat'ın sayfaları ya­zılı malzeme, Hz. Mûsâ ile kardeşi Harun'dan kalan elbise, baston (asâ), sancak gibi bir kısım eşya (bakiye) bulunuyordu

Amâlikalılarla yapılan savaş sonucunda bu sandık Câlût (Golyat)’un eline geçmişti. İsrâiloğulları bunun acısını duyuyorlardı. Amalika, Âd kavminden kalan bir kavimdi. Eriha denilen yerde yaşıyorlardı.

İsrailoğullarından ileri gelenler peygamberlerinin yaşlan­mış, hâkim tayin ettiği iki oğlunun da beceriksiz ve adaletsiz olduğunu, başlarına gelenlerin sebepleri arasında saydıkları için kendisine gelerek, düşmanlarında ol­duğu gibi kendilerine de bir hükümdar tayin etmesini istediler. Bunun üzerine Pey­gamber Samuel, Allah Teâlâ'nın bildirmesiyle Tâlût'u Israiloğulları'na hükümdar tayin etmiş ve böylece hâkimler dönemi sona ermiş, krallar dönemi başlamıştır. Talut’un Asıl adı ise Saul b. Kays'tır. Yakup peygamberin oğullarından Bünyamin oğullarındandı. Yakışıklı bir gençti. Bilgili ve İsrailoğulları'nın en uzun boylusuydu. Bir grup onun hüküm­darlığını benimseyip kabul etti, diğerleri ise red etti. Sebep onun fakir bir ço­ban olmasıydı. Melekler, Tabut'u gök ile yer arasın­da taşımak suretiyle getirdiler. İsrailoğulları da buna bakıyorlardı. Ta ki Tabut'u Talut'un yanına koydular. Bunu gördükleri zaman Talut'a teslim oldular, kral olarak onu ilân ettiler.
     
Talût da orduyu kurmaya başladı, Filistinlilerle (Amalikalılarla) savaş­mak üzere asker toplamaya koyuldu. Filistinliler Calût'un komutası altında idiler. İsrailoğulları gençleri arasından yetmiş veya seksen bin kişi seçildi ve onlarla birlikte düşmana karşı savaşmak üzere yola çıkıldı.

Tâlût'u kumandan olarak kabul eden İsrâiloğuları, yenilgi sonun­da kaybettiklerini geri almak üzere onun kumandasında sefere çıktılar. Yolları üzerinde Ürdün nehri vardı, ona yaklaşınca kumandan bir avuç dışında su içmeyi yasaklayarak or­dunun kendisine bağlılığını ve irade gücünü denemek istedi. Askerlerin çoğu bu nehirden kana kana su içtiler. İçmeyenler rivayete göre, «üç yüz onüç kişi» idi. Başka bir görüş, «onlar üçbin kişi», diğer bir görüşe göre, «bin kişi» idiler. Fazla içenler ise, gittikçe daha fazla susadılar. Dudakları karardı. Yürümeye güçleri kalmadı.
Tâlut ve beraberindeki ordu nehiri geçtiklerinde, bir kısmı «Bizim Câlut ve ordusuna gücümüz yetmez! Çokturlar! Kuv­vetlidirler.» dediler. Onların hâlis olanları ve kesinlikle Allah'ın mükâ­fatına inanıp sevabını bekleyenleri, «Nice az kitleler vardır ki, Allah'ın izniyle daha çok olan kitleleri mağlûp etmiştir.» dediler.

Davud, Talût'un yanına Amalikalıların komutanı Calût ile tek tek çarpışmak üzere izin istemeye gitti. Talût, Davud'a izin vermek isteme­di, bu işten onu sakındırmaya çalıştı, ancak o şu cevabı verdi: Ben babamın ko­yunlarından birisini alıp giden arslanı öldürdüm. Onunla beraber bir de ayı vardı, onu da öldürdüm. Daha sonra asasını ve torbasında bulunan keskin sivri beş tane taşını alıp öne geçti. Beraberinde sapanı da vardı. Calût ile konuştuk­tan sonra Davud ona bir taş attı; bu taş alnına isabet etti ve onu yere yıktı. Ar­kasından yanına yaklaştı, kılıcını aldı, kendi kılıcıyla kafasını kesti ve böyle­likle Filistinliler bozguna uğradı. Hükümdar ona kızı Mikal'ı verdi ve askerle­rine komutan olarak tayin etti.

Kur’ân-ı Kerim’de, Câlût’u öldürmesinden sonra Dâvûd’a hem hükümdarlık hem de hikmet (nübüvvet) verildiği bildirilir (Bakara, 251). İsrâiloğullarının tarihinde peygamberlikle hükümdarlık ilk defa Hz. Dâvûd’un şahsında bir araya gelmiştir

Dâvûd zaman zaman tebdili kıyafet yaparak halkın arasında dolaşır ve kendisi hakkında ne düşünüldüğünü öğrenmeye çalışırdı. Bir gün insan kılığına girmiş bir melekle karşılaşır, onun fikrini sorar. Melek, "Dâvûd çok iyi bir hükümdardır ama bir kusuru var" der. Dâvûd merakla bu kusurun ne olduğunu sorar. "Keşke kendisinin ve ailesinin geçimini devlet hazinesinden karşılamasa" cevabını alır. Bunun üzerine kimseye muhtaç olmadan kendi geçimini sağlayabileceği bir yol lütfetmesi için Allah'a dua eder. Cenâb-ı Allah da ona demiri işleme sanatını öğretir. Rivâyete göre zırh yapıp giyen ilk kişi odur. Bu anlatımı, Hz. Peygamber'in Dâvûd (a.s.) ile ilgili şu övücü ifadelerinin açıklaması olarak düşünmek uygun olur: "İnsanın yediğinin en güzeli, kendi kazandığıdır. Allah'ın peygamberi Dâvûd da kendi el emeğini yerdi"

Allah dağları ve kuşları Hz. Dâvûd’un buyruğuna vermiş, onlar da akşam sabah onun tesbihine katılmışlardır (Enbiyâ, 79; Sebe’, 10; Sâd, 18-19). İslâmî kaynaklarda nakledildiğine göre Hz. Dâvûd’un sesi hem çok gür hem de çok güzeldi. Dâvûd o gür ve güzel sesiyle Zebur’u okumaya başladığında kurt kuş durup onu dinler, sesinden dağlar yankılanırdı.

“Allah’ın en sevdiği namaz Dâvûd’un namazı, en sevdiği oruç, yine Dâvûd’un orucudur.” (Buhârî, Teheccüd 7). Yaşadığı sürece gündüzleri oruç tutacağını, geceleri namaz kılacağını ifâde eden Abdullah bin Amr’a Rasûl-i Ekrem, her ay üç gün oruç tutmasını söylemiş, bunu az görmesi üzerine bir gün oruç tutup iki gün tutmamasını tavsiye etmiş, bunu da kabul etmeyince, “Bir gün tut, bir gün tutma. Bu Dâvûd’un orucudur ve oruçların en fazîletlisidir; ondan daha fazîletli oruç yoktur” (Buhârî, Savm 55-57, 59, Enbiyâ 37, Fezâilu’l-Kur’an 34, Edeb 84, İsti’zân 38) demiştir. Öte yandan Hz. Peygamber, Dâvûd (a.s.)’un her gecenin yarısında uyuduğunu, üçte birinde namaz kıldığını, altıda birinde yine uyuduğunu haber vermiştir. (Buhârî, Teheccüd 7, Enbiyâ 38)

“Anlatıldığına göre Hz. Dâvûd’a dâvâ için iki kişi geldi. Bunlardan biri ekin tarlası ya da bağ sahibi, diğeri ise sürü sahibi idi. Birisi ekin ekmiş veya bağ-bahçe yapmıştı. Tarla sahibi Hz. Dâvûd’a dedi ki: ‘Bu adamın sürüsü geceleyin benim tarlama/bağıma girdi ve hiçbir şey bırakmadı. Aramızdaki meseleyi çözer misin? Hz. Dâvûd (a.s.) sürünün, tarlaya verdiği zarar karşılığı tarlanın veya bağın sahibine verilmesine hükmetti. Bunun üzerine sürünün sahibi Hz. Süleyman’a gitti ve durumu anlattı. Hz. Süleyman babasının yanına gelerek: ‘Ey Allah’ın peygamberi! Hüküm senin verdiğin gibi değildir’ dedi. Hz. Dâvûd, ‘nasıldır?’ diye sorunca Hz. Süleyman şöyle dedi: ‘Sürüyü geçici olarak faydalanması, yavrularından ve sütlerinden yararlanmaları için tarla/bağ sahibine ver. Tarlayı/bağı da sürü sahibine ver. Ta ki sürü sahibi ekin tarlasını/bağı eski haline getirsin. Sonra da herkes kendine ait olanı tekrar geri alsın.’ Bunun üzerine Hz. Dâvûd; ‘isâbetli hüküm, senin dediğin gibidir’ deyip, oğlunun görüşünü karar olarak benimsedi.” Kaynaklar Hz. Süleyman’ın o zaman on bir yaşlarında bir çocuk olduğunu da ilâve ediyorlar

Aslı Kitâb-ı Mukaddes'e dayanan başka bir rivayetlerin özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir kumandanının eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Davud'un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş ve bu kadından Hz. Süleyman doğmuştur. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.

Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes'te geçen bir rivayete göre bu olayda söz konusu edilen iki melekten ( Cebrail ile Mikail ), şikayet eden taraf kadının kocasını, şikayet edilen de Davud'u temsil etmektedir. Şikayetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd'un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen kumandanın tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek İçin adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını fark etti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Davud'un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır.  Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının gebe kaldığını dahi İleri sürmesi Yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur'an'da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem abideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.

Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşru usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vakıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur'an'da Allah'tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nadiren de olsa -sonradan telafi ettikleri- bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir. Hz. Davud'un İçten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda hatasının bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu bildirilmektedir.

Konuyla ilgili ayetler



            Bakara 246-251
            246. Mûsâ'dan sonra İsrâiloğulları'nın ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberle­rinden birine "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" de­diklerinde o, "Üzerinize savaş farz kılındığında savaşmayacağınızdan korka­rım" cevabını verdi. "Yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımız halde Allah yolunda savaşmayıp da ne yapacağız!" dediler. Üzerlerine savaş farz kılınınca da, içlerinden azı müstesna, yüz çeviriverdiler. Allah zalimleri iyi bilmektedir.
            247. Peygamberleri onlara "Allah size Tâlût'u hükümdar ola­rak gönderdi" dedi. "Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona da ser­vet bakımından bir genişlik verilmemişken onun üzerimize hükümdarlığı na­sıl olur?" dediler. Peygamber "Allah onu sizin için seçti, kendisini ilimde ve bedende daha güçlü kıldı" dedi. Allah mülkünü dilediğine verir ve Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır.
            248. Peygamberleri onlara "O'nun hükümdarlığı­nın alâmeti, içinde rabbinizden bir sekînet, Mûsâ ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiye bulunduğu halde meleklerin taşıdığı tabutun si­ze gelmesidir" dedi. Gerçekten inanıyorsanız bilin ki, bunda sizin için büyük bir işaret vardır.
            249. Tâlût askerleriyle birlikte ayrılıp sefere çıkınca, "Allah muhakkak sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir -eliyle bir avuç alan müstesna- ondan tatmayan da bendendir" dedi. İçlerin­den pek azı dışındakiler ondan içtiler. Kendisi ve onunla beraber inananlar nehri geçince "Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok" dedi­ler. Allah'a kavuşacaklarını umanlar ise "Nice az birlikler vardır ki, Allah'ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi­ler.
            250. Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da "Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkarcı topluluğa karşı bize yardım et!" diye niyazda bulundular.
            251. Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler, Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah ona hükümranlık ve hikmet verdi, ona dilediği şeyleri öğ­retti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olma­saydı yeryüzünde düzen bozulurdu. Fakat Allah'ın âlemler için büyük lütufları vardır


Nisa 163
163. Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, torunlara, İsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süley­man'a variyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.




            Maide 78
            78. İsrâiloğulları'ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı.
Enam 84
84. Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz, iyi davranan­ları böyle mükâfatlandırırız.




            İsra 55
            55. Rabbin göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir. Doğrusu biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik





            Enbiya 78-80
            78. Davud'u ve Süleyman'ı da an. Bir zamanlar, (zarar görmüş) bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir topluluğun koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmüne tanıktık.
            79. Süleyman'ın dava konusunu iyi anlaması­nı sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları ve teş­bih eden dağları da Davud'un emrine verdik. Bunları yapan bizdik.
            80. Ona sizin için zırh yapmayı öğrettik ki savaş darbelerinden sizi korusun. Artık şükredecek misiniz?





            Neml 15-16
            15. Şüphesiz biz Davud'a da Süleyman'a da bir bilgi verdik. "Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler.
            16. Süleyman Davud'un yerine geçti. Dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."





            Sebe 10-11, 13
            10. Andolsun biz Davud'a tarafımızdan müstesna bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar! Onunla birlikte teşbih edin. Ve ey kuşlar, siz de!" dedik. Ve onun için demiri yumuşattık.
            11. (Ona şöyle buyurduk:) "Geniş zırhlar imal et, örgüsünü Ölçülü yap.1* Siz de (ey müminler) iyi ve yararlı işler yapın; şüphesiz ben yaptıklarınızı görmekteyim.
            13. Onlar Süleyman'a isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.
            Sad 17-30
            17. Sen, onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Davud'u hatırla! Yönü hep Allah'a dönüktü.
            18-19. Her sabah ve her akşam yaratıcılarını teşbih ederlerken dağları ve çevresinde toplanmışken kuşları Davud'a eşlik ettirdik. Hepsi de Allah'a yönelmiş kimselerdi.
            20. Onun hükümdarlığını güçlendirmiş, kendisine hikmet ve anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği vermiştik.
            21-22. Davacıların hikâyesi sana ulaştı mı? Bu adamlar mabedin duvarına tırmanıp Davud'un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telaşlanmıştı. "Korkma, dediler, birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu göster."
            23. "Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen 'Bunu da bana ver' dedi ve bu tartışmada bana baskın çıktı."
            24. Dâvûd şöyle dedi: ''Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip iyi işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!" Dâvûd kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı, O'na yönetip tövbe etti.
            25. Biz de yaptığını kendisine bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır.
            26. "Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptma. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır."
            27, Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. İnkâr edenlerin cehennemden dolayı vay haline!
            28. Yoksa inanıp erdemli ve düzgün işler yapanları yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutacaktık! Yahut günah işlemekten sakınanları günaha batanlar gibi mi sayacaktık!
            29. Bu bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl iz'an sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik
            30. Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O ne iyi kuldu! Yönü hep Allah'a dönüktü.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder