İbrânîce’de “en çok sevilen kişi, göz
bebeği” anlamına gelen bu ismin Kitab-ı Mukaddes’te Dâvid (Deyvid) veya Dâvîd
şeklinde geçtiği ve sadece Hz. Dâvûd’a ad olarak verildiği görülmektedir. Dâvûd
(a.s.) M. Ö. 1010-970 yılları arasında hüküm sürmüş, ikinci İsrâil kralı ve
peygamberidir. Kaynaklar, onun on birinci dedesi olarak Ya’kub (a.s.)’u
gösterir.
İsrailoğulları
Hz. Musa'dan sonra Filistin'e gelişlerine kadar 356 yıl boyunca hükümdarsız
kalmışlardır.
Hz. Musa'dan
sonra onun yerini alan Yûşa' b. Nûn, çeşitli şehirlerde yaşayan İsrâiloğulları'nı çölden
çıkararak onları dedelerinin ülkesine yerleştirdi. Bu ülke, Hz. Ya’kub’un
yaşadığı Ken’an bölgesi olup, İsrâiloğulları için mukaddes ülke sayılır. Her bir boyuna bir hâkim tayin etmişti,
bunların arasında peygamber olanlar da vardı. Samuel peygamber zamanına kadar
devam eden bu döneme "hâkimler dönemi" denilmektedir. O döneme kadar
İsrâiloğulları Amâlike, Midyanîler, Ârâmîler ve Filistinliler'le savaşıp durdular.
Kimi zaman onlar kimi zaman bunlar galip geliyorlardı. Aynı zamanda hâkim olan
Samuel peygamberin yaşlandığı günlerde Gazze yakınlarında Filistînler'le (Amâlika) yaptıkları bir savaşta büyük bir
mağlûbiyete uğradılar. İsrâiloğulları tarafından kutsal kabul edilen bir sandık
vardı. Kur’ân-ı Kerim’de bu sandığa “tâbût” adı verilmektedir. Tabutun içinde
Tevrat'ın sayfaları yazılı malzeme, Hz. Mûsâ ile kardeşi Harun'dan kalan
elbise, baston (asâ), sancak gibi bir kısım eşya (bakiye) bulunuyordu
Amâlikalılarla
yapılan savaş sonucunda bu sandık Câlût (Golyat)’un eline geçmişti.
İsrâiloğulları bunun acısını duyuyorlardı. Amalika, Âd kavminden kalan bir kavimdi. Eriha denilen
yerde yaşıyorlardı.
İsrailoğullarından
ileri gelenler peygamberlerinin yaşlanmış, hâkim tayin ettiği iki oğlunun da
beceriksiz ve adaletsiz olduğunu, başlarına gelenlerin sebepleri arasında
saydıkları için kendisine gelerek, düşmanlarında olduğu gibi kendilerine de
bir hükümdar tayin etmesini istediler. Bunun üzerine Peygamber Samuel, Allah
Teâlâ'nın bildirmesiyle Tâlût'u Israiloğulları'na hükümdar tayin etmiş ve
böylece hâkimler dönemi sona ermiş, krallar dönemi başlamıştır. Talut’un Asıl
adı ise Saul b. Kays'tır. Yakup peygamberin oğullarından Bünyamin
oğullarındandı. Yakışıklı bir gençti. Bilgili ve İsrailoğulları'nın en uzun
boylusuydu. Bir grup onun hükümdarlığını benimseyip kabul etti, diğerleri ise
red etti. Sebep onun fakir bir çoban olmasıydı. Melekler, Tabut'u gök ile yer arasında taşımak
suretiyle getirdiler. İsrailoğulları da buna bakıyorlardı. Ta ki Tabut'u
Talut'un yanına koydular. Bunu gördükleri zaman Talut'a teslim oldular, kral
olarak onu ilân ettiler.
Talût da orduyu kurmaya başladı, Filistinlilerle
(Amalikalılarla) savaşmak üzere asker toplamaya koyuldu. Filistinliler Calût'un
komutası altında idiler. İsrailoğulları gençleri arasından yetmiş veya seksen
bin kişi seçildi ve onlarla birlikte düşmana karşı savaşmak üzere yola çıkıldı.
Tâlût'u
kumandan olarak kabul eden İsrâiloğuları, yenilgi sonunda kaybettiklerini geri
almak üzere onun kumandasında sefere çıktılar. Yolları üzerinde Ürdün nehri
vardı, ona yaklaşınca kumandan bir avuç dışında su içmeyi yasaklayarak ordunun
kendisine bağlılığını ve irade gücünü denemek istedi. Askerlerin çoğu bu nehirden kana kana su içtiler. İçmeyenler
rivayete göre, «üç yüz onüç kişi» idi. Başka bir görüş, «onlar üçbin kişi»,
diğer bir görüşe göre, «bin kişi» idiler. Fazla içenler ise, gittikçe daha
fazla susadılar. Dudakları karardı. Yürümeye güçleri kalmadı.
Tâlut ve
beraberindeki ordu nehiri geçtiklerinde, bir kısmı «Bizim Câlut ve ordusuna
gücümüz yetmez! Çokturlar! Kuvvetlidirler.» dediler. Onların hâlis olanları ve
kesinlikle Allah'ın mükâfatına inanıp sevabını bekleyenleri, «Nice az kitleler
vardır ki, Allah'ın izniyle daha çok olan kitleleri mağlûp etmiştir.» dediler.
Davud,
Talût'un yanına Amalikalıların komutanı Calût ile tek tek çarpışmak üzere izin
istemeye gitti. Talût, Davud'a izin vermek istemedi, bu işten onu sakındırmaya
çalıştı, ancak o şu cevabı verdi: Ben babamın koyunlarından birisini alıp
giden arslanı öldürdüm. Onunla beraber bir de ayı vardı, onu da öldürdüm. Daha
sonra asasını ve torbasında bulunan keskin sivri beş tane taşını alıp öne
geçti. Beraberinde sapanı da vardı. Calût ile konuştuktan sonra Davud ona bir
taş attı; bu taş alnına isabet etti ve onu yere yıktı. Arkasından yanına
yaklaştı, kılıcını aldı, kendi kılıcıyla kafasını kesti ve böylelikle
Filistinliler bozguna uğradı. Hükümdar ona kızı Mikal'ı verdi ve askerlerine
komutan olarak tayin etti.
Kur’ân-ı Kerim’de, Câlût’u
öldürmesinden sonra Dâvûd’a hem hükümdarlık hem de hikmet (nübüvvet) verildiği
bildirilir (Bakara, 251). İsrâiloğullarının tarihinde peygamberlikle
hükümdarlık ilk defa Hz. Dâvûd’un şahsında bir araya gelmiştir
Dâvûd zaman zaman tebdili kıyafet yaparak halkın
arasında dolaşır ve kendisi hakkında ne düşünüldüğünü öğrenmeye çalışırdı. Bir
gün insan kılığına girmiş bir melekle karşılaşır, onun fikrini sorar. Melek,
"Dâvûd çok iyi bir hükümdardır ama bir kusuru var" der. Dâvûd merakla
bu kusurun ne olduğunu sorar. "Keşke kendisinin ve ailesinin geçimini
devlet hazinesinden karşılamasa" cevabını alır. Bunun üzerine kimseye
muhtaç olmadan kendi geçimini sağlayabileceği bir yol lütfetmesi için Allah'a
dua eder. Cenâb-ı Allah da ona demiri işleme sanatını öğretir. Rivâyete
göre zırh yapıp giyen ilk kişi odur. Bu anlatımı, Hz. Peygamber'in Dâvûd
(a.s.) ile ilgili şu övücü ifadelerinin açıklaması olarak düşünmek uygun olur:
"İnsanın yediğinin en güzeli, kendi kazandığıdır. Allah'ın peygamberi
Dâvûd da kendi el emeğini yerdi"
Allah dağları ve kuşları Hz. Dâvûd’un
buyruğuna vermiş, onlar da akşam sabah onun tesbihine katılmışlardır (Enbiyâ,
79; Sebe’, 10; Sâd, 18-19). İslâmî kaynaklarda nakledildiğine göre Hz. Dâvûd’un
sesi hem çok gür hem de çok güzeldi. Dâvûd o gür ve güzel sesiyle Zebur’u
okumaya başladığında kurt kuş durup onu dinler, sesinden dağlar yankılanırdı.
“Allah’ın en
sevdiği namaz Dâvûd’un namazı, en sevdiği oruç, yine Dâvûd’un orucudur.” (Buhârî,
Teheccüd 7). Yaşadığı sürece gündüzleri oruç tutacağını, geceleri namaz
kılacağını ifâde eden Abdullah bin Amr’a Rasûl-i Ekrem, her ay üç gün oruç
tutmasını söylemiş, bunu az görmesi üzerine bir gün oruç tutup iki gün
tutmamasını tavsiye etmiş, bunu da kabul etmeyince, “Bir gün tut, bir gün tutma. Bu Dâvûd’un orucudur ve oruçların en
fazîletlisidir; ondan daha fazîletli oruç yoktur” (Buhârî, Savm 55-57,
59, Enbiyâ 37, Fezâilu’l-Kur’an 34, Edeb 84, İsti’zân 38) demiştir. Öte yandan
Hz. Peygamber, Dâvûd (a.s.)’un her gecenin yarısında uyuduğunu, üçte birinde
namaz kıldığını, altıda birinde yine uyuduğunu haber vermiştir. (Buhârî,
Teheccüd 7, Enbiyâ 38)
“Anlatıldığına göre Hz. Dâvûd’a dâvâ
için iki kişi geldi. Bunlardan biri ekin tarlası ya da bağ sahibi, diğeri ise
sürü sahibi idi. Birisi ekin ekmiş veya bağ-bahçe yapmıştı. Tarla sahibi Hz.
Dâvûd’a dedi ki: ‘Bu adamın sürüsü geceleyin benim tarlama/bağıma girdi ve
hiçbir şey bırakmadı. Aramızdaki meseleyi çözer misin? Hz. Dâvûd (a.s.)
sürünün, tarlaya verdiği zarar karşılığı tarlanın veya bağın sahibine
verilmesine hükmetti. Bunun üzerine sürünün sahibi Hz. Süleyman’a gitti ve
durumu anlattı. Hz. Süleyman babasının yanına gelerek: ‘Ey Allah’ın peygamberi!
Hüküm senin verdiğin gibi değildir’ dedi. Hz. Dâvûd, ‘nasıldır?’ diye sorunca
Hz. Süleyman şöyle dedi: ‘Sürüyü geçici olarak faydalanması, yavrularından ve
sütlerinden yararlanmaları için tarla/bağ sahibine ver. Tarlayı/bağı da sürü
sahibine ver. Ta ki sürü sahibi ekin tarlasını/bağı eski haline getirsin. Sonra
da herkes kendine ait olanı tekrar geri alsın.’ Bunun üzerine Hz. Dâvûd;
‘isâbetli hüküm, senin dediğin gibidir’ deyip, oğlunun görüşünü karar olarak
benimsedi.” Kaynaklar Hz. Süleyman’ın o zaman on bir yaşlarında bir çocuk
olduğunu da ilâve ediyorlar
Aslı Kitâb-ı Mukaddes'e dayanan başka bir rivayetlerin
özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden
çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir kumandanının eşi olduğunu
öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Davud'un
emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla
evlenmiş ve bu kadından Hz. Süleyman doğmuştur. İşte Dâvûd,
muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir
ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek
yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.
Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes'te geçen bir rivayete göre
bu olayda söz konusu edilen iki melekten ( Cebrail ile Mikail ), şikayet eden
taraf kadının kocasını, şikayet edilen de Davud'u temsil etmektedir. Şikayetçi
olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz
diktiğini söylerken aslında Dâvûd'un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda
eşi olmasına rağmen kumandanın tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu
emelini gerçekleştirebilmek İçin adamı bile bile ölüme göndermesinin
haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah
tarafından sınandığını fark etti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti.
Davud'un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve
istiğfar ettiği de anlatılır. Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği
için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin
olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla
yattığını ve kadının gebe kaldığını dahi İleri sürmesi Yahudi geleneği
açısından normal görülebilir. Ancak Kur'an'da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler
arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem
abideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün
görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği
yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.
Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd,
güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin
bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşru usulle
evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir.
Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla
birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vakıf
olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay
onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi
için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur'an'da
Allah'tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer
insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nadiren de olsa
-sonradan telafi ettikleri- bazı hatalar işledikleri örnekleriyle
zikredilmektedir. Hz. Davud'un İçten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda hatasının
bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu
bildirilmektedir.
Konuyla ilgili ayetler
Bakara
246-251
246.
Mûsâ'dan sonra İsrâiloğulları'nın ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden
birine "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" dediklerinde
o, "Üzerinize savaş farz kılındığında savaşmayacağınızdan korkarım"
cevabını verdi. "Yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımız
halde Allah yolunda savaşmayıp da ne yapacağız!" dediler. Üzerlerine savaş
farz kılınınca da, içlerinden azı müstesna, yüz çeviriverdiler. Allah zalimleri
iyi bilmektedir.
247.
Peygamberleri onlara "Allah size Tâlût'u hükümdar olarak gönderdi"
dedi. "Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona da servet bakımından
bir genişlik verilmemişken onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olur?"
dediler. Peygamber "Allah onu sizin için seçti, kendisini ilimde ve
bedende daha güçlü kıldı" dedi. Allah mülkünü dilediğine verir ve Allah
(zât ve sıfatlarında) sınırsızdır.
248.
Peygamberleri onlara "O'nun hükümdarlığının alâmeti, içinde rabbinizden
bir sekînet, Mûsâ ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir bakiye bulunduğu
halde meleklerin taşıdığı tabutun size gelmesidir" dedi. Gerçekten inanıyorsanız
bilin ki, bunda sizin için büyük bir işaret vardır.
249.
Tâlût askerleriyle birlikte ayrılıp sefere çıkınca, "Allah muhakkak sizi
bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir -eliyle bir avuç
alan müstesna- ondan tatmayan da bendendir" dedi. İçlerinden pek azı
dışındakiler ondan içtiler. Kendisi ve onunla beraber inananlar nehri geçince
"Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok" dediler.
Allah'a kavuşacaklarını umanlar ise "Nice az birlikler vardır ki, Allah'ın
izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir"
dediler.
250.
Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da "Rabbimiz! Bizi sabırla donat,
bize sebat ver ve inkarcı topluluğa karşı bize yardım et!" diye niyazda
bulundular.
251.
Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler, Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah ona
hükümranlık ve hikmet verdi, ona dilediği şeyleri öğretti. Eğer Allah'ın,
insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı yeryüzünde düzen
bozulurdu. Fakat Allah'ın âlemler için büyük lütufları vardır
Nisa 163
163.
Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.
Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, torunlara, İsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a,
Harun'a ve Süleyman'a variyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
Maide 78
78. İsrâiloğulları'ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem
oğlu İsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı
aşıyorlardı.
Enam 84
84. Biz ona İshak ve Ya'kub'u da
armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun
soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola
iletmiştik. Biz, iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.
İsra 55
55. Rabbin göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir. Doğrusu
biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik
Enbiya 78-80
78. Davud'u ve Süleyman'ı da an. Bir zamanlar, (zarar görmüş) bir ekin konusunda hüküm
veriyorlardı. Bir topluluğun koyun sürüsü,
geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmüne tanıktık.
79. Süleyman'ın dava konusunu iyi
anlamasını sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları
ve teşbih eden dağları da Davud'un emrine verdik. Bunları yapan
bizdik.
80. Ona sizin için zırh yapmayı öğrettik ki savaş
darbelerinden sizi korusun. Artık şükredecek
misiniz?
Neml
15-16
15.
Şüphesiz biz Davud'a da Süleyman'a da bir bilgi verdik. "Bizi, mümin
kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler.
16.
Süleyman Davud'un yerine geçti. Dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili
öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir
lütuftur."
Sebe 10-11, 13
10. Andolsun biz Davud'a
tarafımızdan müstesna bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar! Onunla birlikte
teşbih edin. Ve ey kuşlar, siz de!" dedik. Ve onun için demiri yumuşattık.
11. (Ona şöyle buyurduk:)
"Geniş zırhlar imal et, örgüsünü
Ölçülü yap.1* Siz de (ey
müminler) iyi ve yararlı işler yapın;
şüphesiz ben yaptıklarınızı görmekteyim.
13. Onlar Süleyman'a isteğine göre
yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz
kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım
arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.
Sad 17-30
17. Sen, onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz
Davud'u hatırla! Yönü hep Allah'a dönüktü.
18-19. Her sabah ve her akşam yaratıcılarını teşbih
ederlerken dağları ve çevresinde toplanmışken kuşları Davud'a eşlik ettirdik.
Hepsi de Allah'a yönelmiş kimselerdi.
20. Onun hükümdarlığını güçlendirmiş, kendisine hikmet ve
anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği vermiştik.
21-22. Davacıların hikâyesi sana ulaştı mı? Bu adamlar
mabedin duvarına tırmanıp Davud'un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce
telaşlanmıştı. "Korkma, dediler, birimizin diğerini haksızlık etmekle
suçladığı iki davacıyız biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma,
bize de doğru yolu göster."
23. "Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz
koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen 'Bunu da bana ver' dedi ve
bu tartışmada bana baskın çıktı."
24. Dâvûd şöyle dedi: ''Senin koyununu kendi koyunlarına
katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında
ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman
edip iyi işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az
ki!" Dâvûd kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine Rabbinden
kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı, O'na yönetip tövbe etti.
25. Biz de yaptığını kendisine bağışladık. Kuşkusuz
yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır.
26. "Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet;
nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptma. Kuşkusuz, Allah
yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap
vardır."
27, Göğü, yeri ve ikisi
arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. İnkâr edenlerin cehennemden dolayı vay
haline!
28. Yoksa inanıp erdemli ve düzgün
işler yapanları yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutacaktık! Yahut günah
işlemekten sakınanları günaha batanlar gibi mi sayacaktık!
29. Bu bir mübarek kitaptır
ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl iz'an sahipleri
ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik
30. Biz Davud'a Süleyman'ı armağan
ettik. O ne iyi kuldu! Yönü hep Allah'a dönüktü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder