18 Ocak 2017 Çarşamba

HZ SÜLEYMAN

Süleyman” isminin aslı, İbrânîce olan Salomon’dur. Bu kelime, akl-ı selîm ve nâzik mânâlarına gelen “Selîm” ile eş anlamlıdır. Hz. Süleyman, kendisi gibi kral peygamber olan Dâvud (a.s.)’un (en küçük) oğludur.
Peygamberler, maddî miras bırakmadıkları için, babasına malda değil; saltanat ve peygamberlikte vâris olmuştur. Rivâyetlere göre Hz. Dâvud’un 19 evlâdından biri olduğu halde, diğer 18 kardeşinden ilim, hikmet, takvâ gibi özellikleri ile küçük yaşlarından beri sivrildiği için, babasının mânevî alanlardaki miraslarına sahip olmuştur.  Milattan önce 1032 ilâ 975 yılları arasında yaşadığı, 1014 yılında babası Hz. Dâvud’un vefatı üzerine İsrâiloğulları krallığını devraldığı tarihî bilgilerden anlaşılmaktadır. Anası, ibâdete düşkün sâliha bir kadındı ve oğlu Süleyman’a geceleri az uyumasını öğütlemişti. Rivâyetlere göre, Kudüs yakınlarında Gazze’de doğdu. Babası gibi önce sultan, sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâ’yı yedi yılda inşâ ettirdi. Kudüs’de vefat etti. Rivâyete göre Hz. Süleyman, beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu; beyaz elbise giyerdi. Çok sayıda hanımı olduğu rivâyetleri vardır. Kitab-ı Mukaddes’e göre, hepsi de kral kızı olan 700 karısı ve 300 de câriyesi vardır. Hadis-i şerifte ise 90 hanımı olduğu belirtilir
Dâvûd (a.s) yeryüzünün en büyük meliki olmuştur. Sonra oğlu Süleyman’ı (a.s) Rabbimiz ona varis kılmış, Süleyman’a (a.s) da yeryüzünde hiç kimseye verilmemiş büyük bir mülk ve saltanat verilmiştir. Şeytanlar onun emrinde, cinler onun emrinde, kuşlar, kurtlar, dağlar, taşlar, rüzgarlar hepsi onun emrindeydi. Allahu taala, Davud aleyhisselama kuşların dilini öğretti, (aynı zamanda kuşların tabiatı olan “uçma”nın ilmi öğretilmişti) ona bakırı öyle sıvılaştırdı ki, bakır Allah (cc)'ın kudretiyle sel gibi akıyordu.
Rüzgar vasıtasıyla gidiş dönüşü iki ay süren şehirlere bir günde gidip geliyordu. Rivayet edildiğine göre rüzgar onu ve arkadaşlarını istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi. Gaza yapmak istedi mi emir verir, keresteler ye­re uzatılır, insanlar, hayvanlar, savaş aletleri bu kerestelerin üzerlerine ko­nurdu.
Ona cinleri öyle ram etmişti ki, onun emir ve iradesiyle insanların yapamayacağı yüksek saraylar, hey­keller ve havuz büyüklüğünde sabit çanaklar yapıyorlardı. Allahu teala bu nimetler karşısında ona kendisine şükretmesini emretmiştir.
Şeytanlar arasından Süleyman için denizde dalgıçlık yapanlar da var­dı. " Yani Şeytanlardan bir gurubu inci, mercan, mücevherat v.b. şeyler çıkart­mak için denizlerin derinliklerine dalmak üzere Süleyman'ın (a.s.) emrine ver­dik.
Rabbimiz cinleri, şeytanları Süleyman (a.s) nın emrine vermiş ve Süleyman (a.s) prangalara bağlanmış olarak onları Mescid-i Aksâ’nın yapımında çalıştırıyordu.

Hz. Süleyman’ın atları vardı. Atın üç ayağını yere basıp dördüncünün tırnağını dikerek duruşu, en güzel duruşu ifade eder ki bu hal ekseriya safkan Arap atlarında görülür. Âyette bir de Süleyman (a.s.)’ın atlarının güzel koştuğuna işaret edilmiştir. En fazla beğenilip övülen iki sıfatı dile getirilen bu atların sayısı hakkında 20’den 20 bin’e kadar, cinsi hakkında da savaş atından kanatlı olmasına kadar hayli değişik rivâyetler vardır. Kuranı Kerim’de sadece bir defa, çok sevdiği cins atlarıyla meşgul olmak yüzünden Allah'ı anmayı ihmal ettiği (dua veya ibadetinin vaktini geçirdiği), fakat çok geç­meden bu hatasından dolayı tövbe edip af dilediği ve bağışlandığı bildirilmiştir.
Hz. Süleyman ve Nemle (Karınca)
Hz. Süleyman maiyetiyle bir sefere çıktığında yolları “karınca vâdisi”ne uğrar; ya da karıncaların olduğu bir vâdiden geçerler. Süleyman ve ordusunun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir nemle/karınca (muhtemelen reis durumunda olan, arkadaşlarını uyarır): “Nihayet karınca(larla dolu bir) vâdiye geldikleri zaman, bir karınca, ‘ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın sâlih amel yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni sâlih (dürüst ve erdemli) kullarının arasına kat.” (Neml, 18-19) Bu âyetlerde bir karıncanın, kendi hemcinslerini, Süleyman (a.s.)’ın ordusu tarafından çiğnenmesinler diye uyardığını görüyoruz. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bunun dışında herhangi bir bilgi mevcut değildir.
Harut ve Marut adlı melekler
Yahudiler bilmiyorlarmış gibi Allah (cc)'ın elçisine indirmiş olduğu kitaba sırtlarını çevirerek, şeytan­ların Hz. Süleyman (s.a.v.) zamanından kalma sihirle ilgili kitap ve rivayet­lerine uydular. Halbuki Hz. Süleyman (sav) ne sihirbazdı, ne de sihri öğ­renmekle kafir olmuştu. Şeytanlar insanlara vesvese vererek, kendilerinin gaybı bildiklerini zannettiriyorlar. Ve sihri onlara öğretiyorlardı. Böylece sihir halk arasında iyice yaygınlaştı. Cenab-ı Hak, sihrin böyle yaygın­laştığı bir zamanda Babil'e iki melek (Harut ve Marut) gönderdi. Bu iki melek halka sihri, sihir yap­mak için değil, sihri bozmak ve mucize ile sihir arasındaki farkı açıklamak için öğretmeye başladılar. Harut ile Marut isimli iki melek, o Benî İsrail'den insanlara sihir öğretiyorlardı. Ama diyorlardı ki, bu sihir insanları küfre götürür. Bu bir imtihandır. Sakin ha bunu yapmayın diyorlardı. Karate hocasının "Bu bir spordur. Bununla adam da öldürülür ama size adam öldürmek için değil, savunma ve spor için öğretiyorum" dediği gibi. Bu iki melekten kişi ile hanımının arasını açmanın yollarını öğreni­yorlardı. Ama Rabbim diyor ki, Onunla Allah'ın izni olmadan hiçbir kimseye onlar zarar veremezler.
Müfessirlere göre, Hârût ve Mârût, gerçek iki melek olabileceği gibi, Allah tarafından bazı güçlerle techîz edilmiş melek huylu iki gerçek insan da olabilir. Hârût ve Mârût, aslında, kendilerine Allah tarafından verilen ve tatbik edildiği takdirde insanlara büyük zararı dokunacak olan bu bilgileri hiç kimseye öğretmiyorlar, öğrettikleri zaman da, zararını hatırlatıyorlar ve insanları küfre götüreceğini söylüyorlardı; kısacası, öğrenmekte ısrar edenleri, tehlikesiyle ikaz ediyorlardı.
Bazı alimlere gere, sihri öğrenmek mubahtır. Eğer mubah olmasaydı, yeryüzüne gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu öğretmezlerdi. Bu gö­rüşü ehl-i sünnet alimlerinden Fahreddin er-Razi (ra) benimsemiştir. Cumhura göre ise sihri öğrenmek ve öğretmek haramdır. Zira Kur"-an-ı Kerim, sihri kötülemiş ve onun küfür olduğunu açıklamıştır.

Resulüllah (sav) efendimiz; «Sizi manen helak eden yedi günah­tan Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, faiz alıp yermek, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak ve iffetli mü'min kadının arkasından zina isnadında bulunmaktır.»  buyurdu.
Süleyman (a.s.) ve Belkıs
Tefsirler Hz. Süleyman'ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu cezalandıracağını ifade etmiştir.  Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe' ülkesinden Hz. Süleyman'a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe veya ateşe taptığını haber vermiştir.
Halkımız arasında “ibibik” ve “çavuş kuşu” gibi isimlerle anılan hüdhüd, müslümanlarca muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve avlanmasını yasak etmiştir
Süleyman (as) Sebe Melikesi Belkıs’ı hak dine davet eden ve kendi egemenliğine girmesini isteyen bir mektubu Hüdhüd vasıtasıyla gönderip onların ne yapacaklarını da takip etmesini Hüdhüd’e sıkı sıkı bildirdi. Hüdhüd mektubu aldı, gitti Süleyman (a.s) Kudüs’te, Saba Melikesi de Yemen’de. Arada herhalde bin, bin beş yüz kilometrelik bir mesafe var. Mekke’den de bin beş yüz kilometrelik mesafe varsa işte üç bin, dört bin kilometrelik bir mesafe var.
Belkıs Süleyman (as)’ın niyetini öğrenmek için önce ona kıymetli hediyeler gönderir. Ama Süleyman (as) tüm hediyeleri geri gönderir.
Elçiler Belkıs'a döndüklerinde hediyelerinin geri gönderildi­ğini gördü. Elçiler Hz. Süleyman'dan dinlediklerini kendisine nak­ledince, Belkıs maiyetiyle beraber Hz. Süleyman'ı tazim ederek yola çık­tı. Niyeti, dinde Hz. Süleyman'a tâbi olmaktı. Hz. Süleyman on­ların geldiklerini haber alınca sevindi. «Ey ileri gelenler! Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını ba­na getirebilir?» dedi.
Cinlerden bir İfrit dedi ki, ben onu sana sen makamından kalkmadan buraya getiririm. Yâni sen namaz kılmak için, bir yere gitmek için daha makamından kalkmadan ben o tahtı buraya getiririm dedi.
Bunu diyen zat hakkında ihtilâf vardır. Bu zat, çoğu müfessirlere göre Süleyman kâtibi veziri "Asaf Ibni Berhiyâ" dır veya Hızır Aleyhisselâm'dır, yahut Cibril Aleyhisselâm'dır. (Ne zaman ki,) bu konuşmayı müteakip Hz. Süleyman (onu) o tahtı (yanında yerleşmiş olarak gördü) öyle harikulade bir şekilde hemen huzuruna getirilmiş buldu Belkıs’ın tahtı.
Süleyman (a.s) dedi ki, onun Belkıs’ın tahtını birazcık değiştirin, biraz üzerinde oynama yapın da bir bakalım, o kadın bilebilecek mi kendi tahtını? Yoksa bilemeyecek mi?
Belkıs sarayını kilitledi geldi. Sarayını görevlilerine teslim edip geldi. Sarayı ordularının koruması altındadır. Kendisinden önce de kimsenin oraya ulaşması mümkün değil.
Belkıs geldi, Kur’an’ın bildirdiğine göre Hz. Süleyman, Belkıs’ı sırçadan mâmul mücellâ bir köşkte karşıladı. Köşkün avlusu da yine cam gibi parlaktı. Köşke giden bu meydana varınca Belkıs onun parlaklığını su sandı ve ıslanmasın diye eteklerini topladı. Hz. Süleyman “O sırçadan döşenmiş mücellâ bir meydandır” (Neml, 44) diyerek Belkıs’ı uyardı. Manzaradan son derece etkilenen Belkıs, kendi kendini kınadı ve Allah'a teslimiyetini belirtti. Meşhur rivayete göre Hz. Süleyman, Belkıs'la evlenmiştir.
İddia olunduğuna göre cinler, Hz. Süleyman (a.s)'ın Belkıs'la evlenmesini istememişler. Bunun üzerine de, cinler, Hz. Süleyman (a.s)'a Sebe' Kabilesinin sırlarını iletmişlerdir. Çünkü Belkıs, cin taifesine mensup bir kız idi. Denildiğine göre, cinler, Hz. Süleyman (a.s)'ın Belkıs'tan bir çocuk sahibi olmasından, böylece de o çocukta cin ve insan zekâsının bir araya gelmesi sebebiyle kendilerinin Süleyman (a.s)'ın idaresinden daha sıkı bir idareye çatmalarından endişe ettiler. "Belkıs'ın aklında bir noksanlığı var", "onun bacakları kıllı olup, ayakları da tıpkı eşek ayağı gibidir..." şeklinde sözler yaydılar. İşte bu sebepten dolayı, Hz. Süleyman (a.s), o tahtın şeklini ve şemalini değiştirmek suretiyle onun aklını sınadı. O köşkü de, bacaklarının durumunu öğrenmek için yaptırmıştır. Belkıs bunu görünce, onu, durgun bir su sandı da, ona girmek için baldırlarını açtı. Bir de ne görsünler; o, baldır ve ayak cihetinden insanların en güzeli! Bu, Hz. Süleyman'ın o kadınla evlendiğini söyleyenlere göre yapılan bir tuzaktır.

Tarihçilerden bazıları «Belkıs, Süleyman'ın krallığının 25. yı­lında onun itaatine girdi. Hz. Süleyman'ın krallık müddeti 40 seneydi. Babasının da krallık müddeti kırk seneydi» derler.
Sebe, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri de, şimdiki Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzeydoğusunda, takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkılışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerîler aldı. Bunlar da Arabistan'da; Yemen ve Hadramut, Afrika'da da Habeşiştan'ı idare etmiş, Güney Arabistan'ın meşhur başka bir milleti idi. Sebeliler, bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, Uzak Doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dahil olduğu yerlerde cereyan eden tüm ticarî faaliyetleri, diğer taraftan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlarda servet ve refahları ile meşhûr olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bunlardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de, ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur suları toplamış olmalarıydı. Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı. Yunan tarihçileri, Sebeliler ülkesinin olağanüstü yeşilliklerine dair ayrıntılı bilgileri bize kadar ulaştırmışlardır. Kur'an-ı Kerim de, Sebe Suresinin 15. ayetinde buna işaret eder.
“Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde iki oğlan çocuğu (bebek) vardı. Yolda giderlerken, bir kurt gelip kadınlardan birinin (büyük kadının) çocuğunu alıp götürdü. Bunun üzerine büyük kadın, arkadaşı (olan küçük) kadına: ‘Kurt, senin çocuğunu götürdü’ dedi. Öbür kadın: ‘Hayır, senin çocuğunu götürdü!’ dedi. Nihayet bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Dâvud (a.s.)’a mürâcaat ettiler. Dâvud (a.s.) da, çocuğun büyük kadına âit olduğuna hükmetti. (Daha sonra kadınlar) muhâkemeden çıkıp Dâvud (a.s.)’un oğlu Süleyman (a.s.)’a gittiler. Dâvud(a.s.)’un hükmünü söylediler. Süleyman (a.s.) da: ‘Bana bir bıçak getirin!’ Çocuğu (bu) iki kadın arasında paylaştırayım!’ dedi. Bunun üzerine küçük kadın: ‘Aman, sakın öyle yapma! Allah sana rahmet etsin! Çocuk bu kadınındır’ dedi. Bunun üzerine Süleyman (a.s.), çocuğun (kesilmesine şiddetli tepki gösteren ve hayatta kalması için kendi analığından fedâkârlık gösteren) küçük kadına âit olduğuna hükmetti.” (Buhârî, Enbiyâ, 40, Ferâiz 30; Müslim, Akdiye 20; Nesâî, Kudât 14; K. Sitte, 12/355-356)
Süleyman (as) tahtındaki ceset
Ya­rım insan suretinde bir çocuğu oldu. İşte tahtı üzerine bırakılan ceset bu ol­muştu. Ebe bu çocuğu getirmiş, tahtı üzerine bırakmıştı. Buhârî ile Müslim'in eserlerinde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Süleyman: Bu gece doksan tane hanımımı dolaşacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir atlı doğuracaktır, dedi. Arkadaşı ken­disine: İnşaallah de dedi, ancak o inşallah demedi. Bütün hanımlarını do­laştı, onlardan sadece bir tanesi gebe kaldı. O da yarım bir insan doğurdu (felçli yarım bir çocuk). Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim. Eğer inşallah demiş olsay­dı, hepsi de süvari olarak Allah'ın yolunda cihad edeceklerdi. Süleyman'ın tahtına o yarım çocuk cesedi bırakılınca, Süleyman aley­hisselam hatasını anladı ve Rabbine tevbe etti
Cinler, Mescid-i Aksâ’yı yapıyorlardı ve Süleyman (a.s) da emrinde çalışan cinlere nezaret ediyordu. Sarayında ya da bulunduğu yerde onları gözetliyor, kontrol ediyordu. Mabedin yapımı esnasında âsâsına yaslanmış olduğu halde Allah onun ruhunu aldı. Artık dünyadan ayrılmıştı Allah’ın elçisi. Vefat etmişti ama o hâlâ ayaktaydı, âsâsına dayanmış olarak duruyordu. Diri, dipdiri, canlı gibi duruyordu. Cinler, insanlar onu görüyor, diri zannediyor ve Mescid-i Aksâ’nın inşâsına devam ediyorlardı. Ama nihâyet onun dayandığı âsâyı yemeye başlayan bir kurt âsâyı yiyip bitirince ona dayanan Süleyman (a.s) da yere yığılıverince, onun vefat ettiğini anlayan cinler dağılıverdiler. Zaten Mescid-i Aksâ’nın yapımı da tamamlanmıştı. Süleyman (a.s)'ın vefatı ile Peygamberimizin do­ğumu arasında yaklaşık 1700 yıl vardır.
İbn-i Cerir ve Hâkim, İbn-I Abbas (r.a.)'tan şu hadis-i şerifi nakle­derler: «Şeytanlar göklere çıkıp oradaki alemde konuşulanları dinlerler­di. Orada bir söz duyduklarında, ona bin tane yalan ilave ile halkın kalblerine atarak, onları iğfal ederlerdi. Daha sonra bu sözleri ile yalanlarını derleyerek kitab halinde tedvin etmişlerdi. Cenab-ı Allah (cc), bunların yaptıkları bu çirkin İşleri Hz. Süleyman (sav)'a bildirdi. Hz. Süleyman (sav), onların derledikleri kitabı alarak kürsüsünün altına koydu. Hz. Süleyman (sav)'ın vefatından sonra kitabını tekrar ele geçiren şeytan, halkın içerisinde konuşarak «Size Hz. Süleyman (sav)'ın hiç kimsede benzeri bulunmayan ve muhafaza edilen hazinesini çıkara­yım mı?» diye sordu. Halk: «Evet bize çıkar» dediler. Halk, şeytanın hazine diye çıkardıkları şeyin sihirle ilgili bir kitap olduğunu gördü.»  Ve halk onu, çoğaltarak her tarafa yayılmasına yardımcı oldu.

Süleyman zan­nettiğiniz gibi bir pey­gamber değil, o büyük bir sihirbazdır. Çünkü şeytanları, cinleri, rüz­garları, kuşları, hayvanları hepsini sihirle bü­yüleyip teslim almıştır. Tüm bu varlıklara hükmetmesinin altında onun bu büyük sihirbaz oluşu yatmaktadır. Yâni o ne yapmışsa bu büyük sihirle yapmıştır. Eğer bu söylediklerimin ispatını isterseniz benden, o zaman onun ki­tapları işte şurada onun kürsüsünün al­tında gizlidir, kazın onu bula­caksınız der. Açtılar kürsünün altın­dan gerçekten bir kısım büyü ki­tapları çıkardılar.

Süleyman Aleyhisselâm, kırk sene kadar hükümdarlıkta bulunmuş, elli üç yaşında iken ahirete irtihal buyurmuştur. Kendisinden sonra oğlu hükümdarlık makamını elde etmiş ise de Beni İsrail arasında ihtilâflar meydana gelmiş. Yehuda ve İsrail devleti adıyla iki devlete ayrılmıştır. Yehuda devletinin payitahtı, Kudüs-i Şerif idi, hükümdarları Hz. Süleyman'ın oğulları ve torunları bulunuyordu. İsrail devletini de Süleyman Aleyhisselâm'ın hizmetçilerinden biri kurmuş, sonra bunlar on sıbttan = bir babadan türemiş on kabileden ibaret bulunmuşlardır ki: Esbatı beni İsrail denilir. Bunların başkentleri "Nablus" sonra "Sâmiriyye" şehri idi. Bunlar tamamen yoldan çıkmış, nice bâtıl yollara, kanaatlere sahip olmuşlardır.

Konuyla ilgili ayetler


            Bakara 102
            102. Onlar, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil'de iki meleğe, Hârût'a Mârut’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki bu iki melek, "Biz ancak imtihan vasıtası-yız; sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat on­lar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de ken­dilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlar­dı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!




            Nisa 163
163. Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, torunlara, İsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süley­man'a variyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.




Enam 84
84. Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf’u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz, iyi davranan­ları böyle mükâfatlandırırız.




            Enbiya 78-79, 81-82
            77, Onu, âyetlerimizi inkâr eden kavimden korumuştuk. Gerçekten onlar, kötü insanlardı; bu yüzden hepsini suda boğduk.
            78. Davud'u ve Süleyman'ı da an. Bir zamanlar, (zarar görmüş) bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir topluluğun koyun sürüsü, geceleyin başı boş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmüne tanıktık.
            79. Süleyman'ın dava konusunu iyi anlaması­nı sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları ve teş­bih eden dağlan da Davud'un emrine verdik. Bunları yapan bizdik.
            81. Süleyman'ın emrine de onun isteğine göre, içinde be­reketler yarattığımız yere doğru esmek üzere güçlü rüzgârı verdik. Biz her şeyi biliriz.
            82. Şeytanlar arasından da onun için dalgıçlık ve daha başka işler yapanlar vardı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.





            Neml 15-44
            15. Şüphesiz biz Davud'a da Süleyman'a da bir bilgi verdik. "Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler.
            16. Süleyman Davud'un yerine geçti. Dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."
            17. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları Süleyman'ın emrinde toplanmış, birlikte sevk ve idare ediliyordu.
            18. Nihayet Karınca vadisine geldiklerinde, bîr karınca şöyle dedi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; aman, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!"
            19. Onun bu sözünden dolayı Süleyman neşeyle gülümsedi ve "Ey rabbim, dedi, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat."
            20. Süleyman kuşları gözden geçirdi ve "Hüdhüdü niçin göremiyorum; yoksa kayıplara mı karıştı?" diye sordu.
            21. "Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu şiddetle cezalandırırım ya da onu boğazlarım!"
            22. Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: "Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe' halkından sana kesin bir bilgi  getirdim.
            23. Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var.
            24. Ancak onun ve halkının Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini de gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.
            25. (Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler, diye yapmış.
            26. Oysa büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur."
            27. Süleyman da "Doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan biri misin, göreceğiz.
            28. Şu mektubumu götür, önlerine bırak, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak."
            29- Sebe' melikesi (adamlarına) şöyle dedi: "Beyler! Bana çok önemli bir mektup gönderilmiş!
            30. Mektup Süleyman'dan gelmekte, rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır;
            31. 'Bana üstünlük taslamayın, bana gelip teslim olun' denilmektedir."
            32. Melike şöyle dedi: "Beyler, içinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayınız. Sizin görüşünüzü almadan asla bir işe kesin karar vermem."
            33. Şu cevabı verdiler: "Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün."
            34. Melike şöyle dedi: "Krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın altını üstüne getirirler ve halkının ulularını zelil duruma düşürürler. Bunlar da öyle yapacaklardır.
            35. Ben bunlara bir hediye göndereceğim, sonra bakacağım elçiler ne ile dönecekler?"
            36, (Elçiler) Süleyman'a geldiklerinde o şöyle dedi: "Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha değerlidir. Hayır, hayır! Hediyenizle ancak siz sevinirsiniz.
            37. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!"
            38. (Danışmanlarına dönerek) "Beyler! Onlar boyun eğerek bana gelmeden önce hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilirsiniz?" diye sordu.
            39. Cinlerden biri bu işe gücüm yeter, ben güvenilir biriyim" dedi.
            40. Kitaptan bir bilgisi olan ise ''Ben onu sen göz açıp kapayıncaya kadar getiririm" diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: "Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir."
            41. "Onun tahtını tanıyamayacağı bir hale getiriniz; bakalım gerçeği anlayacak mı yoksa anlamayanlardan mı olacak?" dedi.
            42. Melike geldiğinde, "Senin tahtın da böyle mi? diye soruldu. "Tıpkı onun gibi" dedi. "Bize bundan önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmiştik"
            43. Onu, daha önce Allah'tan başka taptığı şeyler saptırmıştı. Çünkü o inkarcı bir kavimdendi.
            44. Ona, “Köşke gir" dendi. Melike salonu görünce onu oraya toplanmış su sandı ve eteğini topladı. Süleyman, "Bu, billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir" diye uyardı. Melike, "Rabbini, ben gerçekten kendime zulmetmişim! Artık Süleyman'la beraber âlemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.




            Sebe 12-14
            12, Süleyman'ın enirine de rüzgârı verdik; onunla sabahleyin bir aylık, akşamleyin bir aylık yol alırdı. Onun için bakır madenini eritip akıttık. Cinlerden de rabbinin izniyle onun maiyetinde çalışanlar vardı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona yakıcı ateşin azabın tattırırdık.
            13. Onlar Süleyman'a isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.
            14. Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, öldüğünü onlara ancak asasını kemiren ağaç kurdu göstermişti. Süleyman'ın cesedi yere yıkılınca anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı




            Sad 30-40
30. Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O ne iyi kuldu! Yönü hep Allah'a dönüktü.
31-32. Bir gün akşama doğru alımlı, soylu koşu atları önüne getirildiğinde, "Ben malı (atları),Rabbimi hatırlattığı için sevdim" dedi. Nihayet onlar karanlığın perdesiyle gizlendi.
33. "Onları bana geri getirin" dedi; bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
34. Andolsun biz Süleyman'ı bir sınavdan geçirmiş, tahtının üstüne bir ceset koymuştuk; sonra o bize yöneldi;
35-38. "Rabbim, dedi, beni bağışla; benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver bana. Sonsuz lütufkâr yalnız sensinsen!" Bunun üzerine, emriyle dilediği yöne doğru tatlı tatlı esen rüzgârı, bütün bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve zincirlerle bağlanmış diğer yaratıkları onun buyruğuna verdik:
39. "Bu bizim bağışımızdır; hiçbir hesap kaygısı taşımadan ister başkalarına ver ister elinde tut."

40. Kuşkusuz onun katımızda yüksek bir yakınlık derecesi ve güzel bir geleceği vardır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder