Süleyman”
isminin aslı, İbrânîce olan Salomon’dur. Bu kelime, akl-ı selîm ve nâzik
mânâlarına gelen “Selîm” ile eş anlamlıdır. Hz. Süleyman, kendisi gibi kral
peygamber olan Dâvud (a.s.)’un (en küçük) oğludur.
Peygamberler, maddî miras
bırakmadıkları için, babasına malda değil; saltanat ve peygamberlikte vâris
olmuştur. Rivâyetlere göre Hz. Dâvud’un 19 evlâdından biri olduğu halde, diğer
18 kardeşinden ilim, hikmet, takvâ gibi özellikleri ile küçük yaşlarından beri
sivrildiği için, babasının mânevî alanlardaki miraslarına sahip olmuştur. Milattan önce 1032 ilâ 975 yılları arasında yaşadığı,
1014 yılında babası Hz. Dâvud’un vefatı üzerine İsrâiloğulları krallığını
devraldığı tarihî bilgilerden anlaşılmaktadır. Anası, ibâdete düşkün sâliha bir
kadındı ve oğlu Süleyman’a geceleri az uyumasını öğütlemişti. Rivâyetlere göre,
Kudüs yakınlarında Gazze’de doğdu. Babası gibi önce sultan, sonra peygamber
oldu. Mescid-i Aksâ’yı yedi yılda inşâ ettirdi. Kudüs’de vefat etti. Rivâyete
göre Hz. Süleyman, beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve
kılları çoktu; beyaz elbise giyerdi. Çok sayıda hanımı olduğu rivâyetleri
vardır. Kitab-ı Mukaddes’e göre, hepsi de kral kızı olan 700 karısı ve 300 de
câriyesi vardır. Hadis-i şerifte ise 90 hanımı olduğu belirtilir
Dâvûd
(a.s) yeryüzünün en büyük meliki olmuştur. Sonra oğlu Süleyman’ı (a.s) Rabbimiz
ona varis kılmış, Süleyman’a (a.s) da yeryüzünde hiç kimseye verilmemiş büyük
bir mülk ve saltanat verilmiştir. Şeytanlar onun emrinde, cinler onun emrinde,
kuşlar, kurtlar, dağlar, taşlar, rüzgarlar hepsi onun emrindeydi. Allahu taala,
Davud aleyhisselama kuşların dilini öğretti, (aynı zamanda
kuşların tabiatı olan “uçma”nın ilmi öğretilmişti) ona bakırı
öyle sıvılaştırdı ki, bakır Allah (cc)'ın kudretiyle sel gibi akıyordu.
Rüzgar vasıtasıyla gidiş dönüşü iki ay süren şehirlere
bir günde gidip geliyordu. Rivayet edildiğine göre rüzgar onu ve arkadaşlarını
istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi.
Gaza yapmak istedi mi emir verir, keresteler yere uzatılır, insanlar,
hayvanlar, savaş aletleri bu kerestelerin üzerlerine konurdu.
Ona cinleri
öyle ram etmişti ki, onun emir ve iradesiyle insanların yapamayacağı yüksek
saraylar, heykeller ve havuz büyüklüğünde sabit çanaklar yapıyorlardı. Allahu
teala bu nimetler karşısında ona kendisine şükretmesini emretmiştir.
Şeytanlar
arasından Süleyman için denizde dalgıçlık yapanlar da vardı. " Yani
Şeytanlardan bir gurubu inci, mercan, mücevherat v.b. şeyler çıkartmak için
denizlerin derinliklerine dalmak üzere Süleyman'ın (a.s.) emrine verdik.
Rabbimiz cinleri, şeytanları Süleyman (a.s) nın emrine
vermiş ve Süleyman (a.s) prangalara bağlanmış olarak onları Mescid-i Aksâ’nın
yapımında çalıştırıyordu.
Hz.
Süleyman’ın atları vardı. Atın üç ayağını yere basıp dördüncünün tırnağını dikerek
duruşu, en güzel duruşu ifade eder ki bu hal ekseriya safkan Arap atlarında
görülür. Âyette bir de Süleyman (a.s.)’ın atlarının güzel koştuğuna işaret
edilmiştir. En fazla beğenilip övülen iki sıfatı dile getirilen bu atların
sayısı hakkında 20’den 20 bin’e kadar, cinsi hakkında da savaş atından kanatlı
olmasına kadar hayli değişik rivâyetler vardır. Kuranı Kerim’de sadece bir defa, çok sevdiği cins
atlarıyla meşgul olmak yüzünden Allah'ı anmayı ihmal ettiği (dua veya
ibadetinin vaktini geçirdiği), fakat çok geçmeden bu hatasından dolayı tövbe
edip af dilediği ve bağışlandığı bildirilmiştir.
Hz. Süleyman ve Nemle (Karınca)
Hz. Süleyman
maiyetiyle bir sefere çıktığında yolları “karınca vâdisi”ne uğrar; ya da
karıncaların olduğu bir vâdiden geçerler. Süleyman ve ordusunun kendilerine
doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir nemle/karınca (muhtemelen reis durumunda
olan, arkadaşlarını uyarır): “Nihayet karınca(larla dolu bir) vâdiye
geldikleri zaman, bir karınca, ‘ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve
ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (Süleyman) onun sözüne
gülümseyerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi
ve râzı olacağın sâlih amel yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni sâlih
(dürüst ve erdemli) kullarının arasına kat.” (Neml, 18-19) Bu âyetlerde bir
karıncanın, kendi hemcinslerini, Süleyman (a.s.)’ın ordusu tarafından
çiğnenmesinler diye uyardığını görüyoruz. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde
bunun dışında herhangi bir bilgi mevcut değildir.
Harut ve Marut adlı melekler
Yahudiler bilmiyorlarmış gibi
Allah (cc)'ın elçisine indirmiş olduğu kitaba sırtlarını çevirerek, şeytanların
Hz. Süleyman (s.a.v.) zamanından kalma sihirle ilgili kitap ve rivayetlerine
uydular. Halbuki Hz. Süleyman (sav) ne sihirbazdı, ne de sihri öğrenmekle
kafir olmuştu. Şeytanlar insanlara vesvese vererek, kendilerinin gaybı
bildiklerini zannettiriyorlar. Ve sihri onlara öğretiyorlardı. Böylece sihir
halk arasında iyice yaygınlaştı. Cenab-ı Hak, sihrin böyle yaygınlaştığı bir
zamanda Babil'e iki melek (Harut ve Marut) gönderdi. Bu iki melek halka sihri,
sihir yapmak için değil, sihri bozmak ve mucize ile sihir arasındaki farkı
açıklamak için öğretmeye başladılar. Harut ile Marut isimli iki melek, o Benî
İsrail'den insanlara sihir öğretiyorlardı. Ama diyorlardı ki, bu sihir
insanları küfre götürür. Bu bir imtihandır. Sakin ha bunu yapmayın diyorlardı.
Karate hocasının "Bu bir spordur. Bununla adam da öldürülür ama size adam
öldürmek için değil, savunma ve spor için öğretiyorum" dediği gibi. Bu iki melekten
kişi ile hanımının arasını açmanın yollarını öğreniyorlardı. Ama Rabbim diyor ki,
Onunla Allah'ın izni olmadan hiçbir kimseye onlar zarar veremezler.
Müfessirlere
göre, Hârût ve Mârût, gerçek iki melek olabileceği gibi, Allah tarafından bazı
güçlerle techîz edilmiş melek huylu iki gerçek insan da olabilir. Hârût ve
Mârût, aslında, kendilerine Allah tarafından verilen ve tatbik edildiği
takdirde insanlara büyük zararı dokunacak olan bu bilgileri hiç kimseye
öğretmiyorlar, öğrettikleri zaman da, zararını hatırlatıyorlar ve insanları
küfre götüreceğini söylüyorlardı; kısacası, öğrenmekte ısrar edenleri,
tehlikesiyle ikaz ediyorlardı.
Bazı alimlere
gere, sihri öğrenmek mubahtır. Eğer mubah olmasaydı, yeryüzüne gönderilen
melekler (Harut ve Marut) onu öğretmezlerdi. Bu görüşü ehl-i sünnet
alimlerinden Fahreddin er-Razi (ra) benimsemiştir. Cumhura göre ise sihri
öğrenmek ve öğretmek haramdır. Zira Kur"-an-ı Kerim, sihri kötülemiş ve
onun küfür olduğunu açıklamıştır.
Resulüllah
(sav) efendimiz; «Sizi manen helak eden yedi günahtan Allah'a şirk koşmak,
sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, faiz alıp yermek, yetim malı yemek,
savaş alanından kaçmak ve iffetli mü'min kadının arkasından zina isnadında
bulunmaktır.» buyurdu.
Süleyman (a.s.) ve Belkıs
Tefsirler
Hz. Süleyman'ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini
belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su
bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve
mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu cezalandıracağını ifade
etmiştir. Hüdhüd çok geçmeden
gelip Sebe' ülkesinden Hz. Süleyman'a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin
yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe veya ateşe taptığını haber
vermiştir.
Halkımız
arasında “ibibik” ve “çavuş kuşu” gibi isimlerle anılan hüdhüd, müslümanlarca
muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve avlanmasını yasak
etmiştir
Süleyman (as)
Sebe Melikesi Belkıs’ı hak dine davet eden ve kendi egemenliğine girmesini
isteyen bir mektubu Hüdhüd vasıtasıyla gönderip onların ne yapacaklarını da
takip etmesini Hüdhüd’e sıkı sıkı bildirdi. Hüdhüd mektubu aldı,
gitti Süleyman (a.s) Kudüs’te, Saba Melikesi de Yemen’de. Arada herhalde bin,
bin beş yüz kilometrelik bir mesafe var. Mekke’den de bin beş yüz kilometrelik
mesafe varsa işte üç bin, dört bin kilometrelik bir mesafe var.
Belkıs
Süleyman (as)’ın niyetini öğrenmek için önce ona kıymetli hediyeler gönderir.
Ama Süleyman (as) tüm hediyeleri geri gönderir.
Elçiler
Belkıs'a döndüklerinde hediyelerinin geri gönderildiğini gördü. Elçiler Hz.
Süleyman'dan dinlediklerini kendisine nakledince, Belkıs maiyetiyle beraber
Hz. Süleyman'ı tazim ederek yola çıktı. Niyeti, dinde Hz. Süleyman'a tâbi
olmaktı. Hz. Süleyman onların geldiklerini haber alınca sevindi. «Ey ileri
gelenler! Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını
bana getirebilir?» dedi.
Cinlerden
bir İfrit dedi ki, ben onu sana sen makamından kalkmadan buraya getiririm. Yâni
sen namaz kılmak için, bir yere gitmek için daha makamından kalkmadan ben o
tahtı buraya getiririm dedi.
Bunu
diyen zat hakkında ihtilâf vardır. Bu zat, çoğu müfessirlere göre Süleyman
kâtibi veziri "Asaf Ibni Berhiyâ" dır veya Hızır Aleyhisselâm'dır,
yahut Cibril Aleyhisselâm'dır. (Ne zaman ki,) bu konuşmayı müteakip Hz.
Süleyman (onu) o tahtı (yanında yerleşmiş olarak gördü) öyle harikulade bir
şekilde hemen huzuruna getirilmiş buldu Belkıs’ın tahtı.
Süleyman
(a.s) dedi ki, onun Belkıs’ın tahtını birazcık değiştirin, biraz üzerinde
oynama yapın da bir bakalım, o kadın bilebilecek mi kendi tahtını? Yoksa
bilemeyecek mi?
Belkıs
sarayını kilitledi geldi. Sarayını görevlilerine teslim edip geldi. Sarayı
ordularının koruması altındadır. Kendisinden önce de kimsenin oraya ulaşması
mümkün değil.
Belkıs
geldi, Kur’an’ın bildirdiğine göre Hz. Süleyman, Belkıs’ı sırçadan mâmul mücellâ
bir köşkte karşıladı. Köşkün avlusu da yine cam gibi parlaktı. Köşke giden bu
meydana varınca Belkıs onun parlaklığını su sandı ve ıslanmasın diye eteklerini
topladı. Hz. Süleyman “O sırçadan döşenmiş mücellâ bir meydandır” (Neml,
44) diyerek Belkıs’ı uyardı. Manzaradan son derece etkilenen Belkıs, kendi
kendini kınadı ve Allah'a teslimiyetini belirtti. Meşhur rivayete göre Hz.
Süleyman, Belkıs'la evlenmiştir.
İddia
olunduğuna göre cinler, Hz. Süleyman (a.s)'ın Belkıs'la evlenmesini
istememişler. Bunun üzerine de, cinler, Hz. Süleyman (a.s)'a Sebe' Kabilesinin
sırlarını iletmişlerdir. Çünkü Belkıs, cin taifesine mensup bir kız idi.
Denildiğine göre, cinler, Hz. Süleyman (a.s)'ın Belkıs'tan bir çocuk sahibi
olmasından, böylece de o çocukta cin ve insan zekâsının bir araya gelmesi
sebebiyle kendilerinin Süleyman (a.s)'ın idaresinden daha sıkı bir idareye
çatmalarından endişe ettiler. "Belkıs'ın aklında bir noksanlığı var",
"onun bacakları kıllı olup, ayakları da tıpkı eşek ayağı gibidir..."
şeklinde sözler yaydılar. İşte bu sebepten dolayı, Hz. Süleyman (a.s), o tahtın
şeklini ve şemalini değiştirmek suretiyle onun aklını sınadı. O köşkü de,
bacaklarının durumunu öğrenmek için yaptırmıştır. Belkıs bunu görünce, onu,
durgun bir su sandı da, ona girmek için baldırlarını açtı. Bir de ne görsünler;
o, baldır ve ayak cihetinden insanların en güzeli! Bu, Hz. Süleyman'ın o
kadınla evlendiğini söyleyenlere göre yapılan bir tuzaktır.
Tarihçilerden
bazıları «Belkıs, Süleyman'ın krallığının 25. yılında onun itaatine girdi. Hz.
Süleyman'ın krallık müddeti 40 seneydi. Babasının da krallık müddeti kırk
seneydi» derler.
Sebe,
Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri
de, şimdiki Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzeydoğusunda, takriben 55 mil
mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkılışından sonra, M.Ö.
yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm
sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerîler aldı. Bunlar
da Arabistan'da; Yemen ve Hadramut, Afrika'da da Habeşiştan'ı idare etmiş,
Güney Arabistan'ın meşhur başka bir milleti idi. Sebeliler, bir taraftan Afrika
kıyıları, Hindistan, Uzak Doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dahil olduğu
yerlerde cereyan eden tüm ticarî faaliyetleri, diğer taraftan Mısır, Suriye,
Yunanistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlarda
servet ve refahları ile meşhûr olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan
tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bunlardı. Ticaret ve
alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de, ülkelerinin
birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur suları toplamış
olmalarıydı. Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı.
Yunan tarihçileri, Sebeliler ülkesinin olağanüstü yeşilliklerine dair ayrıntılı
bilgileri bize kadar ulaştırmışlardır. Kur'an-ı Kerim de, Sebe Suresinin 15.
ayetinde buna işaret eder.
“Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde iki oğlan çocuğu (bebek) vardı.
Yolda giderlerken, bir kurt gelip kadınlardan birinin (büyük kadının) çocuğunu
alıp götürdü. Bunun üzerine büyük kadın, arkadaşı (olan küçük) kadına: ‘Kurt,
senin çocuğunu götürdü’ dedi. Öbür kadın: ‘Hayır, senin çocuğunu götürdü!’
dedi. Nihayet bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Dâvud (a.s.)’a mürâcaat
ettiler. Dâvud (a.s.) da, çocuğun büyük kadına âit olduğuna hükmetti. (Daha
sonra kadınlar) muhâkemeden çıkıp Dâvud (a.s.)’un oğlu Süleyman (a.s.)’a
gittiler. Dâvud(a.s.)’un hükmünü söylediler. Süleyman (a.s.) da: ‘Bana bir
bıçak getirin!’ Çocuğu (bu) iki kadın arasında paylaştırayım!’ dedi. Bunun
üzerine küçük kadın: ‘Aman, sakın öyle yapma! Allah sana rahmet etsin! Çocuk bu
kadınındır’ dedi. Bunun üzerine Süleyman (a.s.), çocuğun (kesilmesine şiddetli
tepki gösteren ve hayatta kalması için kendi analığından fedâkârlık gösteren)
küçük kadına âit olduğuna hükmetti.” (Buhârî,
Enbiyâ, 40, Ferâiz 30; Müslim, Akdiye 20; Nesâî, Kudât 14; K. Sitte,
12/355-356)
Süleyman (as) tahtındaki ceset
Yarım insan suretinde bir çocuğu oldu.
İşte tahtı üzerine bırakılan ceset bu olmuştu. Ebe bu çocuğu getirmiş, tahtı
üzerine bırakmıştı. Buhârî ile Müslim'in eserlerinde Ebu Hureyre'den şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Süleyman: Bu
gece doksan tane hanımımı dolaşacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir
atlı doğuracaktır, dedi. Arkadaşı kendisine: İnşaallah de dedi, ancak o
inşallah demedi. Bütün hanımlarını dolaştı, onlardan sadece bir tanesi gebe
kaldı. O da yarım bir insan doğurdu (felçli yarım bir çocuk). Muhammed'in canı
elinde olana yemin ederim. Eğer inşallah demiş olsaydı, hepsi de süvari olarak
Allah'ın yolunda cihad edeceklerdi. Süleyman'ın tahtına o yarım çocuk
cesedi bırakılınca, Süleyman aleyhisselam hatasını anladı ve Rabbine tevbe etti
Cinler,
Mescid-i Aksâ’yı yapıyorlardı ve Süleyman (a.s) da emrinde çalışan cinlere
nezaret ediyordu. Sarayında ya da bulunduğu yerde onları gözetliyor, kontrol
ediyordu. Mabedin yapımı esnasında âsâsına yaslanmış olduğu halde Allah onun
ruhunu aldı. Artık dünyadan ayrılmıştı Allah’ın elçisi. Vefat etmişti ama o
hâlâ ayaktaydı, âsâsına dayanmış olarak duruyordu. Diri, dipdiri, canlı gibi
duruyordu. Cinler, insanlar onu görüyor, diri zannediyor ve Mescid-i Aksâ’nın
inşâsına devam ediyorlardı. Ama nihâyet onun dayandığı âsâyı yemeye başlayan
bir kurt âsâyı yiyip bitirince ona dayanan Süleyman (a.s) da yere
yığılıverince, onun vefat ettiğini anlayan cinler dağılıverdiler. Zaten
Mescid-i Aksâ’nın yapımı da tamamlanmıştı. Süleyman (a.s)'ın vefatı ile
Peygamberimizin doğumu arasında yaklaşık 1700 yıl vardır.
İbn-i Cerir ve
Hâkim, İbn-I Abbas (r.a.)'tan şu hadis-i şerifi naklederler: «Şeytanlar
göklere çıkıp oradaki alemde konuşulanları dinlerlerdi. Orada bir söz
duyduklarında, ona bin tane yalan ilave ile halkın kalblerine atarak, onları
iğfal ederlerdi. Daha sonra bu sözleri ile yalanlarını derleyerek kitab halinde
tedvin etmişlerdi. Cenab-ı Allah (cc), bunların yaptıkları bu çirkin İşleri Hz.
Süleyman (sav)'a bildirdi. Hz. Süleyman (sav), onların derledikleri kitabı
alarak kürsüsünün altına koydu. Hz. Süleyman (sav)'ın vefatından sonra kitabını
tekrar ele geçiren şeytan, halkın içerisinde konuşarak «Size Hz. Süleyman
(sav)'ın hiç kimsede benzeri bulunmayan ve muhafaza edilen hazinesini çıkarayım
mı?» diye sordu. Halk: «Evet bize çıkar» dediler. Halk, şeytanın hazine diye
çıkardıkları şeyin sihirle ilgili bir kitap olduğunu gördü.» Ve halk onu, çoğaltarak her tarafa
yayılmasına yardımcı oldu.
Süleyman
zannettiğiniz gibi bir peygamber değil, o büyük bir sihirbazdır. Çünkü
şeytanları, cinleri, rüzgarları, kuşları, hayvanları hepsini sihirle büyüleyip
teslim almıştır. Tüm bu varlıklara hükmetmesinin altında onun bu büyük sihirbaz
oluşu yatmaktadır. Yâni o ne yapmışsa bu büyük sihirle yapmıştır. Eğer bu söylediklerimin
ispatını isterseniz benden, o zaman onun kitapları işte şurada onun kürsüsünün
altında gizlidir, kazın onu bulacaksınız der. Açtılar kürsünün altından
gerçekten bir kısım büyü kitapları çıkardılar.
Süleyman
Aleyhisselâm, kırk sene kadar hükümdarlıkta bulunmuş, elli üç yaşında iken
ahirete irtihal buyurmuştur. Kendisinden sonra oğlu hükümdarlık makamını elde
etmiş ise de Beni İsrail arasında ihtilâflar meydana gelmiş. Yehuda ve İsrail
devleti adıyla iki devlete ayrılmıştır. Yehuda devletinin payitahtı, Kudüs-i
Şerif idi, hükümdarları Hz. Süleyman'ın oğulları ve torunları bulunuyordu.
İsrail devletini de Süleyman Aleyhisselâm'ın hizmetçilerinden biri kurmuş,
sonra bunlar on sıbttan = bir babadan türemiş on kabileden ibaret
bulunmuşlardır ki: Esbatı beni İsrail denilir. Bunların başkentleri
"Nablus" sonra "Sâmiriyye" şehri idi. Bunlar tamamen yoldan
çıkmış, nice bâtıl yollara, kanaatlere sahip olmuşlardır.
Konuyla
ilgili ayetler
Bakara
102
102.
Onlar, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine
uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular;
çünkü insanlara sihri, Bâbil'de iki meleğe, Hârût'a Mârut’a indirileni
öğretiyorlardı. Halbuki bu iki melek, "Biz ancak imtihan vasıtası-yız;
sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar
bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa
Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine
fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri)
satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!
Nisa 163
163.
Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.
Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, torunlara, İsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a,
Harun'a ve Süleyman'a variyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
Enam 84
84. Biz ona İshak ve
Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve
onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf’u, Musa'yı ve Harun'u doğru
yola iletmiştik. Biz, iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.
Enbiya
78-79, 81-82
77, Onu, âyetlerimizi inkâr
eden kavimden korumuştuk. Gerçekten onlar, kötü insanlardı; bu yüzden hepsini
suda boğduk.
78. Davud'u ve Süleyman'ı da an. Bir zamanlar, (zarar görmüş) bir ekin konusunda hüküm
veriyorlardı. Bir topluluğun koyun sürüsü,
geceleyin başı boş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmüne tanıktık.
79. Süleyman'ın dava konusunu iyi
anlamasını sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları
ve teşbih eden dağlan da Davud'un emrine verdik. Bunları yapan bizdik.
81. Süleyman'ın
emrine de onun isteğine göre, içinde bereketler yarattığımız yere doğru esmek üzere güçlü rüzgârı verdik. Biz
her şeyi biliriz.
82. Şeytanlar arasından da onun için
dalgıçlık ve daha başka işler yapanlar vardı. Biz onları gözetim
altında tutuyorduk.
Neml 15-44
15. Şüphesiz biz Davud'a da Süleyman'a da bir bilgi
verdik. "Bizi, mümin kullarının birçoğundan
üstün kılan Allah'a hamd olsun!" dediler.
16. Süleyman Davud'un yerine geçti. Dedi ki: "Ey
insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden
gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."
17. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları
Süleyman'ın emrinde toplanmış, birlikte sevk ve idare ediliyordu.
18. Nihayet Karınca vadisine geldiklerinde, bîr karınca
şöyle dedi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; aman, Süleyman ve ordusu
farkına varmadan sizi ezmesin!"
19. Onun bu sözünden dolayı Süleyman neşeyle gülümsedi ve
"Ey rabbim, dedi, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye
ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi
kullarının arasına kat."
20. Süleyman kuşları gözden geçirdi ve "Hüdhüdü
niçin göremiyorum; yoksa kayıplara mı karıştı?" diye sordu.
21. "Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu
şiddetle cezalandırırım ya da onu
boğazlarım!"
22. Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi
ki: "Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe' halkından sana kesin bir bilgi getirdim.
23. Onları bir kadın hükümdarın
yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var.
24. Ancak onun ve halkının Allah'ı
bırakıp güneşe secde ettiklerini de gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel
göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.
25. (Şeytan bunu) göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran,
gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler, diye yapmış.
26. Oysa büyük arşın sahibi olan
Allah'tan başka tanrı yoktur."
27. Süleyman da "Doğru mu
söylüyorsun yoksa yalancılardan biri misin, göreceğiz.
28. Şu mektubumu götür, önlerine
bırak, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak."
29- Sebe' melikesi (adamlarına)
şöyle dedi: "Beyler! Bana çok
önemli bir mektup gönderilmiş!
30. Mektup Süleyman'dan gelmekte,
rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır;
31. 'Bana üstünlük taslamayın, bana
gelip teslim olun' denilmektedir."
32. Melike şöyle dedi:
"Beyler, içinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayınız. Sizin
görüşünüzü almadan asla bir işe kesin karar vermem."
33. Şu cevabı verdiler: "Biz güçlüyüz, zorlu
savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün."
34. Melike şöyle dedi: "Krallar bir ülkeye girdiler
mi, oranın altını üstüne getirirler ve halkının ulularını zelil duruma
düşürürler. Bunlar da öyle yapacaklardır.
35. Ben bunlara bir hediye göndereceğim, sonra bakacağım
elçiler ne ile dönecekler?"
36, (Elçiler) Süleyman'a geldiklerinde o şöyle dedi:
"Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size
verdiğinden daha değerlidir. Hayır, hayır! Hediyenizle ancak siz sevinirsiniz.
37. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı
koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve
küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!"
38. (Danışmanlarına dönerek) "Beyler! Onlar boyun
eğerek bana gelmeden önce hanginiz o melikenin tahtını bana
getirebilirsiniz?" diye sordu.
39. Cinlerden biri bu işe gücüm yeter, ben güvenilir biriyim" dedi.
40. Kitaptan bir bilgisi olan ise ''Ben onu sen göz açıp kapayıncaya kadar
getiririm" diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak
görünce şöyle dedi: "Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni
sınayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur,
nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,
kerem sahibidir."
41. "Onun tahtını
tanıyamayacağı bir hale getiriniz; bakalım gerçeği anlayacak mı yoksa anlamayanlardan
mı olacak?" dedi.
42. Melike geldiğinde, "Senin
tahtın da böyle mi? diye soruldu. "Tıpkı onun gibi" dedi. "Bize
bundan önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmiştik"
43. Onu, daha önce Allah'tan başka
taptığı şeyler saptırmıştı. Çünkü o inkarcı bir kavimdendi.
44. Ona, “Köşke gir" dendi.
Melike salonu görünce onu oraya toplanmış su sandı ve eteğini topladı.
Süleyman, "Bu, billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir" diye uyardı.
Melike, "Rabbini, ben gerçekten kendime zulmetmişim! Artık Süleyman'la
beraber âlemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum" dedi.
Sebe 12-14
12, Süleyman'ın enirine de rüzgârı
verdik; onunla sabahleyin bir aylık, akşamleyin bir aylık yol alırdı. Onun için
bakır madenini eritip akıttık. Cinlerden de rabbinin izniyle onun maiyetinde
çalışanlar vardı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona yakıcı ateşin azabın
tattırırdık.
13. Onlar Süleyman'a isteğine göre
yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz
kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür için çaba gösterin. Kullarım
arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.
14. Süleyman'ın ölümüne
hükmettiğimizde, öldüğünü onlara ancak asasını kemiren ağaç kurdu göstermişti.
Süleyman'ın cesedi yere yıkılınca anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilmiş
olsalardı o aşağılayıcı eziyete katlanıp durmazlardı
Sad
30-40
30. Biz
Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O ne iyi kuldu! Yönü hep Allah'a dönüktü.
31-32. Bir
gün akşama doğru alımlı, soylu koşu atları önüne getirildiğinde, "Ben malı
(atları),Rabbimi
hatırlattığı için sevdim" dedi. Nihayet onlar karanlığın perdesiyle
gizlendi.
33.
"Onları bana geri getirin" dedi; bacaklarını ve boyunlarını
sıvazlamaya başladı.
34. Andolsun
biz Süleyman'ı bir sınavdan geçirmiş, tahtının üstüne bir ceset koymuştuk;
sonra o bize yöneldi;
35-38.
"Rabbim, dedi, beni bağışla; benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık
ver bana. Sonsuz lütufkâr yalnız sensinsen!" Bunun üzerine, emriyle
dilediği yöne doğru tatlı tatlı esen rüzgârı, bütün bina kuran ve dalgıçlık
yapan şeytanları ve zincirlerle bağlanmış diğer yaratıkları onun buyruğuna
verdik:
39. "Bu
bizim bağışımızdır; hiçbir hesap kaygısı taşımadan ister başkalarına ver ister
elinde tut."
40. Kuşkusuz
onun katımızda yüksek bir yakınlık derecesi ve güzel bir geleceği vardır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder