18 Ocak 2017 Çarşamba

HZ MUSA

Mûsâ, Arapça olmayan bir kelimedir. Arapça değildir. Rivayete göre Kiptiler suya "mû", ağaca da "şâ" derler. Hz. Mûsâ nehire atıldığı sandıkta su ve ağacın yakınında bir yerde bulunduğundan dolayı "Mûşâ, Mûsâ" adı verilmiştir. İbn İshak der ki: Hz. Musa'nın nesebi şöyledir: Mûsâ, babası İmran, onun babası Yashur, onun babası Kahes, onun babası Lani, onun babası Ya'kub İsrail, onun babası İshak, onun da babası İbrahim (aleyhimusselâm)dir.

Kur'an'da 136 defa adı ge­çer. Tevrat'ın beş kitabından dördü onu ve ba­şından geçenleri anlatır. Tevrat'a göre Hz. Mûsâ’nın, abası Amran (îmrân), annesi Yokebed veya Mehyane binti Yester bin-Lavi'dir.
Görülen ve bilinen o ki Yâ’kub (a.s)’ın çocukları uzun bir süre Mısırın yönetimini ellerinde tutarlar. Peygamber çocuklarının yönetiminde bulunan Mısır halkı uzun bir süre mutlu bir hayat yaşar. Nihâyet İsrâiloğullarının egemenlikleri son bulur. Mısır yönetimine, Firavun oğulları denen azgın bir sülale hâkim olur. İsrâiloğullarını köle durumuna düşürür. Hz. Yusuf ile Hz. Musa dönemleri arasında Vehb'ten gelen rivayete göre 400 yıllık bir sü­re vardır.
Firavun aslında Mûsâ (a.s)’ın geleceğini biliyor. Ya önceki peygamberlerden nakledilenlerden biliyor, ya müneccimleri kendisine bu konuda bilgi verdiği için biliyor, yahut da her zâlimin olduğu gibi Firavunda ezdiği kanlarını emdiği mazlumların bir dirilip kendisinden hesap soracağının farkındadır da onun için biliyor. İşte Firavun da Mûsâ gelmesin diye, Mûsâlar dirilmesinler diye İsrâil oğullarının erkek çocuklarını bir yıl öldürüp diğer yıl erkeklere dokunmuyor. Ve işte Mûsâ (a.s)’ın erkek kardeşi Harun bu öldürmedikleri yılda dünyaya geldiği için o yasadan kurtulmuştur. Mûsâ (a.s) ise öldürdükleri yıl dünyaya gelmişti. Vehb dedi ki: Firavun, Musa sebebiyle yetmişbin ço­cuk kesti. Doksanbin çocuk kestiği de söylenmektedir.

Annesi Musa (a.s) doğurduğu zaman yasadan dolayı oğlunun öldürüleceğinden korktu. Allah da ona şöyle ilham etti. “Sakın korkma, üzülme, rahat bir şekilde çocuğunu emzir. Durumundan korktuğun, gelmelerinden, bulmalarından endişelendiğin zaman da hemen Onu Nil nehrine bırak. Bunu yaparken de sakın mahzun olma, kederlenip üzülme. Kesinlikle bilesin ki Biz Onu sana tekrar iade edeceğiz. Çocuğunu tekrar sana döndüreceğiz. Hiç korkma Onun başına hiçbir şey gelmeyecek. Ve yine bilesin ki biz Onu elçilerimizden kılacağız. Onu peygamber yapacağız” buyurur Rabbimiz.
Binlerce çocuk öldürtmüştü. Sı­kı bir şekilde uygulanan bu katliamdan Musa'yı kurtarmak isteyen annesi, Al­lah'ın emri uyarınca onu Nil nehrine bırakmış, ablası Meryem’e de gelişmeleri uzaktan takip etmesini söylemişti. Nihayet Firavun'un ailesi bebeği bularak Firavun'un eşi Âsiye'ye ge­tirirler. Çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde kalması hususunda kocasını da razı eden Âsiye, onun için bir süt anne arar; fakat çocuk hiçbir kadının meme­sini emmez. Durumu öğrenen ablası onlara annesini tavsiye eder. Böylece evinde annesi tarafından emzirilen Mûsâ tekrar Firavun ailesine teslim edilir; okuma yazma da dahil olmak üzere çok iyi bir eğitim görür.
Firavunun bir kızı vardı. O kızda, ileri derecede bir alaca hastalığı vardı. Firavun da, bu hastalık hususunda, o günün tabib ve sihirbazlarıyla fikir alışverişinde bulunuyordu. Bunun üzerine onlar, "Ey hükümdar! Bu kız, bu hastalıktan ancak deniz tarafından insana benzer bir şeyin bulunması; onun tükürüğünden alınarak, bu alacalı yerlere sürülmesi ile kurtulacak. Bu iş de, falanca ayda, falanca günde, güneş doğarken gerçekleşecek. O gün olunca, Firavun, Nil'in kenarındaki meclis binasına geldi. Beraberinde, Asiye de bulunuyordu. Derken, Firavun'un kızı, cariyeleri arasında çıkageldi ve nehrin kenarına oturdu. Tam o sırada Nil, dalgalarının çarptığı bir sandığı getirdi. Asiye sandığı açtı. Bir de ne görsün, o beşikte küçük bir çocuk! Gözleri arasında da bir nur...Böylece Allah, o çocuğun sevgisini, oradakilerin kalbine atıverdi... Firavunun kızı hemen onun tükürüğünden aldı, alacalı yerlerine sürdü ve hemen iyileşti. Derken o çocuğu bağrına bastı... Bunun üzerine, Firavun kavminin azgınları, "Biz, bunun, kendisinden sakındığımız; senden korkulduğu için de denize atıldığını zannettiğiniz o şey olduğunu sanıyoruz..." dediler. Bunun üzerine Firavun, onu öldürmeye niyetlendi, ama Firavunun karısı, "onu bana bağışla" dedi ve onu alarak evlat edindi; bunun üzerine de Firavun onu öldürmekten vazgeçti.

Günümüz araştırmacıları iki Firavun'dan birincisinin İsrailoğulları'nı baskı ve esaret altında tutan ve M.Ö. 1292-1225 yılları arasında Mısır'da hüküm süren Ramses II olduğu görüşündedirler. Firavun bunca tedbiri almasına rağmen kendisini yıkacak çocuk kendi sarayında kendi imkânları içinde büyümeye başlar. İşte Firavunlar ne kadar tedbir alırlarsa alsınlar bilelim ki Allah’ın takdirinin önüne geçemeyeceklerdir. Kendi kucaklarında büyüyen, kendi okullarında okuyup yetişenler bir gün mutlaka kendilerini yıkacaklardır bundan hiç şüpheniz olmasın.
            Hz Mûsâ, Firavunun sarayında büyümeye başlar. Gençlik yıllarında Mısırda Firavun oğullarından bir kıptiyle İsrâil oğullarından birinin kavgasına şahit olur ve İsrâiloğulluya yardım ederek kıptiye bir yumruk vurur ve orada öldürür onu.
Sonra Firavunun korkusundan Medyen’e kaçar. İki şehir arasında da, sekiz günlük bir mesafe bulunuyordu. Hz. Musa (a.s), bu yolculuğu esnasında ağaç yaprakları yemiştir. İki kızcağızın koyunlarını sulamaya Mûsâ (a.s) yardımcı olmuş, işleri bitince onlar da oradan ayrılıp gitmişler Mûsâ (a.s) oracıkta kalmış. Uzun bir yolculuğun sonunda yorgun ve bitkin düşmüş, aç ve bîlaç bir vaziyette, tanımadığı bir ülkede gariplik içinde bir kenara oturmuş düşünüyor. Tam o esnada kızlardan biri, utana, utana Mûsâ (a.s)’a geldi ve dedi ki, babam seni çağırıyor. Bizim koyunlarımızı suladığın için, bize bu konuda yardımcı olduğun için sana ücretini vermek üzere babam seni istiyor. Şuayb (a.s) da Ona dedi ki, sakın korkma. Hiç endişelenme. Bilesin ki sen zalim bir kavimden, Firavunun elinden kurtuldun. Firavun toplumunun zulmünden kurtuldun. Şu anda benim yanımda emin bir makamdasın. O zalimin buraya asla zulmü, eli, yetkisi ulaşamaz. Şuayb (a.s)’ın kızlarından biri dedi ki: Ey babacığım, Onu, Mûsâ’yı hizmetli tut. Bizim bir çobana ihtiyacımız var. İşlerimize yardımcı olacak birine ihtiyacımız var.
Peki acaba bu kızcağız Mûsâ (a.s)’ın bu özelliğini nereden bilmiştir? Hani Mûsâ (a.s) kuyunun kenarında insanlar koyunlarını sularlarken iffet ve hayaları yününden kenarda bekleyen, erkeklerin içine karışmayan o kızları gördüğü zaman onlara sizin burada ne işiniz var? Hiç kız çocuklarının erkeklerin arasında bulunması yakışır mı? Sizin gibi iffetli kızların böyle bir dünya endişesiyle, bir rızık derdiyle böyle bir duruma düşmesi yakışır mı? gibi bir ifadesine karşılık o kızcağızlar şöyle cevap vermişlerdi: Biz erkeklerin arasına karışmıyoruz. Ama bizim koyunlarımızı sulayacak, bizim rızkımızı bize ulaştıracak başka kimsemiz yoktur. Babamız da ihtiyardır şeklindeki haklı mâzeretlerine binaen onların koyunlarını sulamaya yardım etmek istemiş ve onlarla konuşurken yüzlerine bile bakmamış, onlara onların iffet ve hayalarını zedeleyecek bir davranışta bulunmamış, kendisinin de iffetli ve hayalı olduğunu göstermişti ya işte kızcağız onun emin ve güvenilir bir kimse olduğunu buradan çıkarmıştır.
Yine Onu babasına götürmek üzere kız onun önünden giderken, Mûsâ (a.s) ona şöyle demişti. Sen arkada kal, eğer ben yolumu şaşırırsam gerekirse sen arkadan taş atarak, ya da başka bir şekilde yolumu doğrult demişti ve namus gereği kızın arkadan gelmesini istemişti; işte bu da Onun eminliğinin bir başka deliliydi. Yine koyunların sulandığı ortamda kuyunun ağzındaki ağır bir taşı tek başına kaldırması da Onun güçlülüğüne bir delildi. Gerçekten Mûsâ (a.s) çok güçlüydü ki Firavun oğullarından bir kıptiye vurduğu bir tokat hemen oracıkta onu öldürüvermişti. Evet o kızcağız bütün bu değerlendirmelerle babasına böyle bir teklifte bulunmuş ve babası da dedi ki:

Ben istiyorum ki sekiz yıl bizim koyunlarımızı gütmen karşılığında şu iki kızımdan birini seninle nikâhlayayım. Mehir olarak sekiz yıl bize çalışmânâ karşılık kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Ama sen bu sekiz yılı on yıla tamamlarsan bu senden bize bir lütuf olur. Bu benimle senin aranda bir sözleşmedir. İkimiz arasında bir anlaşmadır. Bu ikisinden hangisini seçersem, hangisini tercih edersem artık bu konuda bana bir düşmanlık olmasın. Seçimimde bana bir haksızlık yapılmasın. Sözlerimize, taahhütlerimize vekil, şahit Allah’tır dedi. Ve işte böylece anlaşma gerçekleşti ve Mûsâ (a.s) Medyen’e, Şuayb (a.s)’ın ülkesine yerleşmiş oldu. Şimdi artık O bir ücretle tutulmuş çobandı.
el-Kuşeyrî'nin naklettiğine göre Şuayb (a.s), Musa (a.s)'ı ücretle işçi tutun­ca ona şöyle dedi: Filan odaya gir ve o odada bulunan asalardan birisini al. Musa bir asa çıkardı, bu asayı Âdem cennetten çıkartmıştı. Peygamberler birbirlerinden miras olarak bu asayı devralmışlar ve nihayet Şuayb'ın eline geç­mişti. Şuayb o asayı odaya bırakıp bir başka asa almasını emretti. Yine içe­ri girdi, tekrar aynı asayı çıkarıp getirdi. Bu iş yedi defa tekrarlandı, yedi de­fasında da eline bu asadan başka bir asa geçmiyordu. Şuayb, Musa (a.s)'ın özel bir durumunun olduğunu anladı.
Sabah olunca ona: Koyunları yol ayı­rımına kadar güt, ondan sonra sağ tarafa sap. Orada fazla ot yoktur. Ancak sol tarafa da sakın gitme, çünkü orada pek çok ot, fakat davarların gelme­sini kabul etmeyen oldukça büyük bir keler vardır. Musa yol ayırımına ka­dar koyunları güttü, fakat koyunlar sol tarafa gitti ve onları bir türlü zaptedemedi. Musa uyudu ve bu keler çıktı. Asa hareket etti ve çatal kısmı demir oluverdi. Büyükçe vahşi keleri öldürünceye kadar savaştı ve tekrar Musa (a.s)'ın yanına geri döndü. Musa uyandığında asanın kana bulanmış olduğu­nu ve bu kelerin de öldürülmüş olduğunu gördü. Akşam Şuayb'a geri dön­dü, Şuayb'ın gözleri görmüyordu. Eliyle koyunları yokladı, koyunların bol bir otlakta otladıklarının izlerini hissetti. Ona durumu sordu, o da olanları an­lattı. Şuayb sevindi ve: Bu sene bu davarların doğuracakları iki renkli bütün yavrular senin olacaktır, dedi. O sene bütün yavrular iki renkli doğdu. Şu­ayb, Musa'nın Allah nezdinde özel bir yerinin olduğunu anladı
keler: .Yılan gibi, ancak daha kalın, dört ayaklı ve yürürken yere sürünür sürüngenler ki, en tanınmışı kertenkele dediğimiz cinsidir. Kertenkele = Çabuk yürür küçük cinsi. Yeşil keler, benlikti keler = Zehirli keler cinsi. İri başlı keler, alaca keler = Diğer cinsleri. 2.Keler derisi ki, saat mahfazası vesaire olur. Keler balığı = Ahtapot çeşidi. Su keleri = Suda yaşar cinsi. Kaya keleri = Bukalemûnun büyüğü. 
Mısır'la Medyen arasında 8 günlük bir mesafe vardır. 8, ya da 10 yılın sonunda Şuayb (a.s)’ın kızlarından Safura annemizle evlenir, çocukları olur. Annesini, doğup büyüdüğü ülkesini özlemiş ve dönüş istemiş. Mısır'a dönmek üzere ailesiyle birlikte yola çıktı. Ama yolculuk yine sıkıntılıydı. Çünkü tehlikeli bir bölgeden geçecekti. Firavunun askerlerinin sınır karakollarından geçecekti. Onlara görünmeden, yakalanmadan geçmesi gerekiyordu oralardan.
Ve işte soğuğu şiddetli bir gecede Sina çölünde yolculuk devam ederken Tur’da, Tur’un yanı başında bir ateş, yollarını şaşırmışlar. Ehline diyor ki burada beni bekleyin. Ben bir ateş gördüm, o ateş bana sevimli geliyor. Bekleyin ben ona gideyim, umulur ki ondan size bir kor parçası getiririm de siz onunla ısınırsınız. Ya da oradan bize yol gösterecek bir kimsenin varlığının olduğunu bilmiş oluruz. Belki o bizim şaşırdığımız, kaybettiğimiz yolumuzu bize gösterir, düzeltir.

Yâni Mûsâ (a.s) Tur’un karşısında ve Tur’un arka tarafında da Kâbe var, Mekke var. Tam üçü de bir hizada duruyor. İşte sağ yanında dediğimiz bu kıbleye doğru dönmüş, Tur’a doğru bakmış, yâni hâkim görüş Mekke’ye yönelmiş ve Tur dağının sağ tarafında bir ağaç. Tur dağının hemen yanı başında mukaddes Tuva vadisi var. Ve işte o vadide bereketli bir ağaçtan bir ses Mûsâ (a.s)’a diyor ki:

             Tûr dağı­nın yanında gördüğü bir ateşe yaklaştığında yakındaki bir ağaçtan "Ey Mûsâ! Mu­hakkak âlemlerin rabbi olan Allah benîm!" şeklinde bir ses geldi ve bu sözle baş­layan ilk vahye muhatap oldu (bu ve daha başka vesilelerle Allah kendisine aracı­sız hitap ettiği için Hz. Mûsâ "kelîmullah" diye anılır).

Rabbimiz buyuruyor ki Mûsâ (a.s)’a ey Mûsâ, asanı at. Mûsâ (a.s) Onu yere bırakınca bir de ne görsün asa tıpkı çevik bir yılan gibi hareket ediyor Mûsâ (a.s) korktu ve arkasına bakmadan geriye doğru kaçtı. Rabbimiz buyurdu ki ey Mûsâ, dön gel, sakın korkma, şüphesiz ki sen güvende olanlardansın. Korkmana gerek yok buyurdu.
Ey Mûsâ elini koynuna sok ki bir hastalık olmaksızın bembeyaz çıksın.
Bu arada Allah tarafından kendisine, asasının yılana dönüşebilmesi ve elinin kar gibi beyazlaşması şeklinde iki mucize verildi ve Firavun'a gidip kavmini onun zulmünden kurtarmakla görev­lendirildi; İsteği üzerine kendisinden daha güzel konuşan büyük kardeşi Harun'u da yanına alması uygun görüldü. Hz. Harun (a.s) yaş bakımından Hz. Musa'dan (a.s) 3 yaş büyüktü. Fakat Hz. Musa mertebece ondan üstündü. Hz. Harun ise onun veziriy­di.
îbn Abbas dedi ki: Dilinde bir ağırlık vardı. Şöyle ki: Da­ha küçükken Firavun'un kendisini kucağına aldığı bir sırada ona bir tokat vur­du, arkasından sakalını tutup yolmaya koyuldu. Firavun, Âsiye'ye: Bu benim düşmanımdır. Haydi kesicileri çağır! dedi. Asiye: Yavaş ol dedi, o küçük bir çocuktur. Eşyayı birbirinden ayırt edemiyor. Daha sonra iki leğen getirtti. Bun­lardan birisine kor ateş, diğerine mücevher koydurdu. Cibril, Musa (as)ın eli­ni alarak ateşe uzattırdı ve o ateşi kaldırıp dilinin üzerine koydu. İşte dilin­deki ağırlık bundan olmuştu.
Mûsâ, ailesini Medyen'e geri göndererek Mısır'a gitti ve Harun'u da yanına alıp Firavun'un huzuruna çıktı. Ona Allah'ın elçisi ol­duğunu bildirdi ve İsrâiloğulları'nın kendisiyle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin vermesini istedi.
Firavun etrafındakilere “sizin benden başka ilahınız yok” dedikten sonra veziri Haman’a bir kule yaptırır ve güya Hz Musa’nın rabbini aramış ve bulamamış.
Hz Mûsâ (a.s)asını yere attı. Bir de ne görsünler o apaçık bir ejderha oluvermişti. Ve bir de Hz. Mûsâ elini koynundan çıkardı bir de ne görsünler bakanlar için, görmek isteyenler için bembeyaz oluverdi
Baktılar ki Firavun sistemi tehlikede. Baktılar ki kendi egemenlikleri, kendi menfaatleri bitecek. Firavundan önce ileri atıldılar. Evet bakın mele gurubu dediler ki:
            Evet bu bilgiç bir sihirbazdır dediler. Bilgiç bir sihirbaz diyerek hemen Allah’ın elçisini karalamak istediler. Onu ve beraberindeki kardeşi Harun’u hapset. İkisini de alıkoy ve şehirlere de toplayıcılar gönder ne kadar bilgili, uzman sihirbaz varsa onların hepsini getirsinler. Mısırın tüm şehirlerinde ne kadar bilgiç, mahir sihirbaz varsa hepsini toplayıp getirsinler. Hem de öyle basit, statüsüz sihirbazları değil bu işin profesörü olanlarını, profesyonel olanlarını, akademisyenlerini toplayıp getirsinler.
Bir rivayete göre bunlar reislerinden başka yetmiş sihirbazdan ibaret bulunuyordu. Ey Mûsâ! Önce sen mi atacaksın yoksa biz mi atalım? Önce sen mi başlayacaksın yoksa biz mi ortaya atalım numaralarımızı? Hz. Mûsâ (a.s) dedi ki: Haydi numaralarınızı ortaya atın bakalım. Haydi ne atacaksanız atın bakalım. Buyurun bir numaranız varsa ortaya atın da görelim.
Sihirbazlar hünerlerini gösterip hareket eden çeşitli varlıklar gibi algılanan şeyler ortaya çıkardılar. Mûsâ (a.s) Allah’ın emrine uyarak asasını yere attı bir de ne görsünler; bu asa onların tüm uydurduklarını yalayıp yutuyor. Meydandaki tüm yılanları yalayıp, yutuyordu. Yere atılan asa bir ejderha olup onların tüm sihirlerini yutup yok ediyordu.
Sihirbazlar secdeye kapandılar ve dediler ki biz âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârun’un Rabbine iman ettik dediler ve hemen oracıkta müslüman oldular.
Firavun da diyordu ki sizin çaprazlama el ve ayaklarınızı keseceğim ve sizi onluk çivilerle ağaçlara asacağım diyor. Müslümanlar da diyorlar ki:
            Ya Rabbi üzerimize sabrını döküver. Sabrını üzerimize yağdırıver ya Rabbi. Ve de bizi müslümanlar olarak öldür ya Rabbi.
Firavunun kavminden, Firavun hanedanından bir genç hariç bunun dışında hiç kimse iman etmedi. Ama Rabbimizin ifadesinden anlıyoruz ki iman etmeyenler de zâlim Firavunun zulmünden korktukları için, kendilerine bir zarar vereceğinden çekindikleri için iman etmediler.
Al'i Firavun'dan mümin olan kişi bazı müfessirlere göre Kıptî'dir ve Firavun'un amcasının oğludur. Aynı zamanda veliahdı ve emniyet genel müdürüydü. Bazıları «Bu kişi İsrailliler'dendi», bazıları ise «Ne Kıptî ne de İsrailli idi» der. İşte bu mümin genç:
Hz Musa’nın Kıptiyi öldürmesinden sonra onu uyararak Medyen’e kaçmasını sağlayan, sihirbazlarla mücadelesinde galip gelen Hz Musa’yı öldürmeye kalkınca “Rabbim Allah’tır” diyen bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz?” sözüyle Firavun’a karşı gelen kişiydi.
             Ve rivâyetlere göre Firavun bu müslümanları şehid eder ama Mûsâ’ya da kardeşi Hârun’a da dokunmaz. Çünkü alçağın Mûsâ (a.s)’a dokunacak bir cesareti yoktur. Ona ilişmeye kalkıştığı zaman başına nelerin geleceğinin farkındadır aslında.
Musa, Firavun'a geldiğinde ona: "İsrailoğulları'nı benimle birlikte serbest bırak" dedi. Firavun bu teklifini reddetti,
Firavun iman etmeyince ve İsrailoğullarını bırakmayınca Allah ona ve etrafındakilere bazı ikazlarda bulundu. Yüce Allah onlara tufanı yani yağmuru gönderdi: "Rabbine dua et de üzerimizden şu yağmuru kaldırsın. Biz de sana iman edelim. Ve İsrailoğulları'nı seninle birlikte serbest bırakalım" dediler. Musa Rabbine dua etti. Fakat onlar inanmadılar. İsrailoğulları'nı da onunla birlikte salmadılar. Bunun üzerine o sene İsrailoğulları'nda daha önceki senelerde hiç rastlanmayan bir bereket oldu. Ekinleri meyveleri ve meraları son derece verimli oldu. Bunun üzerine onlar: "İşte bizim arzu ettiğimiz buydu" dediler. Yüce Allah bu sefer onların üzerine çekirge sürülerini gönderir. Öyle bir çekirge sürüsü gelir ki o biten ekinlerin tamamını silip süpürürler. Güya tarlalarındaki buğdayları görünce işi garantiye aldıklarını zannediyorlardı.
Ey Mûsâ eğer üzerimizden bu musîbet kaldırılırsa söz veriyoruz sana iman edeceğiz derler. Hz. Mûsâ yine dua eder ve Allah onu da kaldırır. Bu musîbetin kaldırılmasından sonra arta kalan buğdaylarını devşirip ambarlarına koyduktan sonra, yâni buğdaylarını güya garantiye aldıktan sonra yine artık Allah’a ihtiyaçlarının kalmadığı zannıyla yan çiziverirler. Derler ki tamam buğdaylarımızı ambarlarımıza koyduk, bunlar bize yeter başka şeye ihtiyacımız yoktur diyerek yine eski şirklerine, eski küfürlerine dönüverirler. Eh zaten eskiden de bu tür şeyler olmuştur, olağan şeylerdir bunlar diyerek yine yan çizerler.
            Ama tamam artık ürünlerimizi garantiye aldık diye sevinip dururlarken Rabbimiz onlara bit gönderir. Ambarlarına bir hububat biti mûsâllat eder ki oradakileri yiyip bitirirler. Ambarları, evleri, barkları, elbiseleri, vücutları, yemekleri, yatakları ve yorganları bitlerle doluverir. Mahvolurlar, perişan olurlar ve yine Allah’ın elçisine gelirler ve derler ki ey Mûsâ ne olur bu kaldırılsın sana iman edeceğiz. Mûsâ (a.s) yine dua eder ve Allah onu da kaldırır. Ama onlar yine iman etmezler.
            Sonra Allah onların üzerine kurbağa yağdırır. Evlerinin içi, yiyecekleri ve tüm hayatları kurbağa ile dolup da perişan bir hale gelince yine gelip Hz. Mûsâ’dan Rabbine dua etmesini isterler. Ey Mûsâ ne olur Rabbine bir dua ediver de şu belâ başımızdan bir kaldırılsın o zaman söz veriyoruz kesinlikle sana iman edeceğiz diyorlar. Hz. Mûsâ yine dua eder. Allah bu belâyı da kaldırır ama onlar yine iman etmezler yine yola gelmezler.
Arkasından onlara kan gönderir Rabbimiz. Her şeyleri kan olur. Ekmeğe el atarlar kan, suya el atarlar kan, tüm yiyecek ve içecekleri tüm suları kan haline geliverir. Fakat işin garibi bütün bu gelenler Mısırda yaşayan Firavun oğullarına geliyordu. Aynı şehirde yaşayan İsrâil oğullarına hiç bir şey olmuyordu. İsrâil oğulları bunların hiç birisinden etkilenmiyorlardı. Hattâ rivâyetlere göre Firavun oğullarından olan birileri suyu ağzına götürüyor bakıyor kan. Sonra yanındaki İsrâil oğullu kölesine veriyor su oluyordu. Kölesinin ağzından emmeye çalışıyordu ama onun ağzından dökülürken yine kan haline geliyordu.
Sonunda Rabbimiz “bir gece İsrailoğullarını yola çıkar.” Emrini aldı. Ve yola koyuldu. Sabah durumu öğrenen Firavun ordusuyla onların ardına düştü. Kızıldeniz önüne gelince Allah, Hz Musa’ya asanı denize vur dedi. Kızıldeniz 12 yola ayrıldı. İsrailoğulları rahatça geçtiler. Hz Musa asayı tekrar denize vurup yolu kapatmak istedi. Ama Allah ona dur, bekle acele etme dedi. Firavun’un tüm ordu denizdeyken yol kapandı. Firavun imana geldi. Ama kabul olmadı. Tüm ordu yok oldu. Kızıldenizden geçerken İsrailoğulları 670.000 kişiy­diler. Firavun'un ordusunun öncüleri 700.000 kişiydi. Hepsi süvari olup her bi­rinin başında miğferi vardı. Ordu ise 1,5 milyon kişiydi.
Rivayete göre bu denizden geçme hadisesi AŞURE gününe tesadüf etmişti. Bu kurtuluştan dolayı Cenâb-ı Hak'ka şükür için o gün oruç tutmuşlardı. Hattâ Nuh Aleyhisselâm da bu AŞURE günü tufandan kurtularak oruç tutmuştu. Binaenaleyh Muharrem'in onu'na tesadüf eden AŞURE gününde oruç tutmak güzel bir ibâdettir.
Kızıldenizi geçme olayından sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beytı Makdıs'e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bır susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve şikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca tasın on iki yerinden su fışkırdı. Her Yahudı kabılesıne bır göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ ısraılogullarına, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat ısraılogullarının o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze, kabak, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı daha düşük şeyle mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).

Mısır ile Şam arasında Tîh'de meydana gelmişti. İsrâîloğulları Mı­sır'dan geldiklerinde atalarından kendilerine miras olarak kalan Beytü'l-Makdis'e girmek ve orayı (Eriha) işgal eden Amâlikalı'larla savaşmakla emrolunmuşlardı. Fakat onlar bu emri yerine getirmedikleri için Tîh çölüne düş­müşler ve bu yüzden kötü bir âkibete, farelerin istilasına ve bunun neti­cesi veba salgınına duçar olmuşlardı. Onlar zorbaların bulun­dukları şehre girip onlarla savaşmayı kabul etmeyerek ( Yûşâ İbn Nûn ve Kaleb İbn Yufenna hariç) Hz. Musa'ya da: "Ar­tık sen Rabbinle git de onlarla ikiniz savaşın" (el-Maide, 5/24) demeleri üz­erine, Hz Musa’nın “Rabbim sadece kardeşime sözüm geçiyor, onlar beni dinlemiyor, bizi onlarla ayır” bedduasını etti. Bu nedenle Yahudiler bulundukları yerde kırk yıl süre ile beş veya altı fersahlık bir mesafe arasında gidip gelmek ve kaybolmakla cezalandırıldıkları sırada ol­muştu. Rivayet edildiğine göre onlar gündüz boyunca yol alır, gecelemek üzere konakladıklarında bir önceki günün sabahında bulundukları yerde sabahı ederlerdi.
Hep birlikte Tîh'de bulundukları bir sırada da Hz. Musa'ya: Peki bizim yiyeceğimizi kim verecek, demeleri üzerine yüce Allah, onlara men ve selvayı indirdi. Bu sefer: Güneşin sıcağından bizi kim koruyacak, deyin­ce yüce Allah bulutla üzerlerine gölge yaptı. Arkasından: Peki geceleyin biz ne ile aydınlanacağız, diye sordular. Bulundukları bölgenin tam ortasında on­lara ışıktan bir direk halkedildi. Peki su ihtiyacımız nereden karşılanacak, diye sor­dular. Hz. Musa'ya da bu sefer asasıyla taşa vurması emredildi. Hz Musa taşa asâsıyla vurunca 12 pınar çıktı. Her kabile kendisi­ne tahsis edilen çeşmeden içiyordu. Rivayete göre; o, taşı Hz. Adem beraberinde Cennet'ten getirmişti. Hz. Şuayb'dan Hz. Musa'ya intikal etmişti. Asâ'yı da Hz. Şuayb Hz. Musa'ya vermişti. Bu müddet, bittikten sonra Yuşa bin Nun onları Tih'den çıkardı. Musa ve Ha­run (A.S.) Tih çölünde öldükleri gibi. Kırk yaşını geçenlerin hepsi ora­da öldüler. Kırk sene geçtikten sonra Musa'nın halifesi Yuşa bin Nun onları derleyip-toparladı. Beytulmakdis'i fethetti. Rivayete göre altı yüz bin kişi idiler. Hz. Hârûn Tîh'de vefat etti. Hz. Mûsâ da bir yıl sonra orada vefat etti. Hz.Yûşâ, kırk yaşından sonra peygamber oldu,
Tekrar: Ne giyeceğiz, diye sordular, onlara eskimemek, yırtılmamak ve kirlenmemek üzere elbiseleri verildi. Küçük çocukları büyüdükçe, elbiseleri de onlarla bir­likte büyüyordu. İsrailoğulları,  Kudret Helvasıyla Bıldırcın ku­şundan usanarak «Ey Musa! Biz bir tek yemeğe sabretmeyiz. Bizim için Rabbinden iste ki, toprak mahsulünden sebze, acur, buğday, mer­cimek ve soğanından ihsan etsin.» dileğinde bulundular da eski çiftçi­lik sanatının kokmuş âdetine yöneldiler.
Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetsen ve izzetle yasayan bir nesle terketti. Bunlar da bır müddet sonra Arz-ı Mukaddes'e girmeye muvaffak oldular.

İsraılogulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Allah, otuz gün süreyle oruç tutma­sını ve Tur Dağı’na gelmesini Musa'ya emretti. Musa, oruç tuttu. Otuz günü tamamladığında, ağzının kokusundan hoşlanmadı. Misvak kullandı. Cenab-ı Allah, on gün daha oruç tutmasını ve oruçlu olarak huzuruna çıkmasını emretti.
            Hz  Mûsâ, İsrailoğullarının başına Harun'u bırakarak ilâ­hî vahyi almak üzere Tûr dağına gitti ve kırk gece orada kaldı. Bu arada kavmi, Harun'un ikazlarına rağmen, Sâmirî isimli bir kuyumcunun yaptığı altın buzağı heykeline tapmaya başladı. Hz. Harun'a on iki bin kişi dışında buzağıya tapmayı terketmek hususunda itaat eden olmadı. Geri kalanlar ise akılsızca o buzağıya ibadet ettiler. İbadet edenler ise, iki milyondan fazla kişi idi.  Döndüğünde durumu öğrenince son derece üzülen ve öfkelenen Mûsâ, kavminden seçtiği yetmiş kişiyle birlikte, işledikleri günahlardan dolayı tövbe etmek üzere tekrar Tûrisînâ'ya gitti. Veya Kur’an’ın değişik yerlerinde anlatıldığına göre Mûsâ (a.s)’ın toplumu ey Mûsâ bizler Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayacağız dediler de, Mûsâ (a.s)’ da onları seçip Tur’a götürdü.
            Burada Cenâb-ı Hakkın Hz. Mûsâ ile konuşmasına şahit oldukları halde, hayır bu yetmez ey Mûsâ senin Rabbini açık açık gözlerimizle görmedikçe inanmayacağız dediler.
            Onları bir yıldırım, bir sarsıntı, bir ateş veya bir ses yakalayınca, bu 70 kişi bayıldı veya öldü sonra tekrar diriltildi.
            Riva­yete göre, Musa Peygamber'in (A.S.) duası kabul olunmuş ve Samirî bir ruh hastası olup toplumdan devamlı tiksinip kaçmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de ilgili 97. âyetle bu konu şöyle açıklanıyor: «Defol git; artık hayatta senin öl­çü ve anlayışın, «benimle hiç temasta bulunmayın» demen olacak ve senin için asla kurtulamayacağın bir ceza va'desi daha var..»

Tevrat'taki bilgilere göre kırk yıl­lık çöl hayatının sonuna doğru Hz. Hârûn 123 yaşında Hor dağında öldü; daha son­ra arz-ı mev'ûda yaklaştıklarında da Hz. Mûsâ 120 yaşında vefat etti; Moab diya­rında Beyt-peor karşısındaki dereye defnedildi.
Rabbi onunla, aralarında vasıta olmadan konuştu. Musa Allah'ın kelâmını işitiyor fakat zatını göremiyordu. Musa'nın canı Rabbini görmeyi istedi. Bunu şöyle diyerek Allah'tan is­tedi: "Rabbim bana görün, sana bakayım." Allah da ona şu şekilde cevap ver­di: "Sen beni asla göremezsin" yani, mümkün değildir. Fakat beni bu dünya hayatında görmenin mümkün olmadığını iyice anlamak istiyorsan Tür dağına bak. "Eğer ben ona tecelli ettikten sonra yerinde durabilirse, sen de beni gö­rebilirsin." Allah dağa görününce, onu darmadağın etti ve Musa, dağı görünce bayılarak yere yığıldı kaldı. Kendisine arız olan bayılmadan kurtulunca seni tenzih ve takdis ederim, sana tevbe ettim
Bir tesbite göre, dokuz mucize şunlardır:
1— Asâ'nın yılana dönüşmesi,
2— Musa Peygamberin (A.S.) elini koynuna sokup ışıl ışıl bembeyaz bir görünüm arzeder şekilde çıkarması,
3— Denizin yarılıp yol vermesi,
4_Asâ'nın kayaya vurulup on iki pınarın fışkırması,
5_ Tûr dağının kaldırılıp gölgelik yapması,
6— Gökten kudret helvasıyla bıldırcın kuşunun indirilmesi,
7— Musa Peygamber'in (A.S.) dilindeki kekemeliğin giderilmiş olma­sı,
8— Çekirge, kımıl, kurbağa ve kan yağması,
9— Ürünlerde aşırı bir noksanlığın -haber verildiği gibi- başlaması ve o nedenle bir süre kıtlığın hüküm sürmesi..

HIZIR MUSA KISSASI
Hızır (a.s.) ın adı Melkân oğlu Belyâ'dır. "Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş" yani ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre velilik vermiştik, bir görüşe göre de vahiy ve peygamberlik vermiştik. "Ve kendisine nezdimizden bir ilim de öğretmiştik." Bizim tarafımızdan gaybî bir takım bilgiler öğretmiştik.
Hızır'ın buluşmalarının sebebi hakkında iki rivayet daha vardır Bunların birisinde, İbn Abbas'tan nakledildiğine göre: Musa'nın Rabbine sorduğu sorular arasında; "kullarından hangisinin daha bilgili olduğu" sorusu da vardı. Allah (c) şöyle buyurdu: "İnsanların bilgisini kendi bilgisine katmak, dosdoğru yola ulaştıracak veya benim gazabımdan koruyacak bilgiye ulaşmak için araştırandır". Musa dedi: "Ey Rabbim yeryüzünde böyle biri var mı?" Allah (c): "Evet" buyurdu. Musa dedi ki: "Kim bu"? Allah (c): "Hızır" buyurdu. Sonra rivayet, ayetler ve uzun hadiste geldiği şekilde bazı ziyade ve noksanlıklarla devam ediyor.
Diğer ikinci rivayette ise; Musa kendi kendine, yeryüzünde kendisinden daha bilgili kimsenin bulunmadığını söyledi. Onu böyle düşünmeye Allah sevketmişti. Böylece yeryüzünde kulları arasında ondan daha bilgili birisinin olduğunu ona öğretmek, bilmediği bir konuda böyle kesin olarak konuşmak yerine bunu, bilen kişiye havale etmesinin gereğini bildirmek istemişti
Musa(a.s.)’nın onu nasıl bulabilirim sorusuna “iki denizin birleştiği yerde” cevabını vermişti.
Bu iki denizin birleştiği yer konusunda da müfessirler bunun Akdeniz ile Atlas Okyanusunu birleştiren Cebeli Tarık boğazının olabileceğini ifade etmişler. Bazıları da bu iki denizin Mûsâ (a.s) ile Hızır’ın kendileri olduğunu, çünkü her ikisinin de ilimde deniz gibi olduklarını demeye çalışmışlar. İki Deniz’den maksat Fars Denizi olarak Basra Körfezi, Rum Denizi olarak da Akdeniz'dir.
Hz. Musa: «Yarab, ben iki denizin birleştiği noktayı nasıl bulayım?» diye so­rar. Cenab-ı Hak: «Beraberinde bir balık al. Onu bir sepete koy. O nerede kaybolursa işte orası iki denizin birleştiği noktadır» di­ye buyurur. Bunun üzerine Hz. Musa bir balık edinir ve onu bir seleye koyar. Genç arkadaşına: «Balık seleden ayrıldığı yerde beni haberdar ede­ceksin» dedi. O da: «kabul etti. Onlar taşın gölgesinde iken balık canlandı, sıçrayıp denize düştü. Hz. Musa uyuyordu. Genç arkadaşı (Hz. Yuşa) onu uyan­dırmadı. Uyandığı zaman durumu kendisine bildirmeyi kararlaş­tırdı. Fakat Hz. Musa uyandığı zaman da haber vermeyi unut­tu.»
Genç arkadaşı Hz. Yûsuf un torunlarından Yûşâ b. Nûn olup Hz. Mûsâ'nın kız kardeşinin oğlu olduğu rivayet edilir
Mûsâ (a.s) yanındaki gence: Kuşluk yemeğimizi (Sabah kahvaltımızı) getir dedi. Yemin olsun ki bu yolculuk bizi bayağı yordu. Ben orada balığı unutmuşum. Onu sana söylememi ancak bana şeytan unutturdu.
Cenâb-ı Hakkın daha önceki beyanına göre balığın kaybolması Hızır’la buluşmalarının deliliydi. O zatla buluşma yerini geçmiş olduklarını anlayınca hemen gerisin geriye döndüler.
Hz. Mûsâ aradığı bu kulu bulunca ona: "selâmun aleyküm" dedi. O da: "Ve aleykesselâm ey İsrâil oğullarının peygamberi!" dedi. Bunun üzerine Mûsâ (a.s): "Sen bunu nereden bildin?" Dedi. O da: "Seni bana gönderen" dedi. Hz. Mûsâ dedi ki: "Sana öğretilen doğru ilimden bana da öğretmen için kendimi sana tabi kılabilir miyim?"
Bu ayetten anlaşılıyor ki Hz. Yuşa, ayrılmıştır. Yürüyenler Hz. Musa ile Hızır'dır. Bazıları da «Hz. Musa, Yuşa'yı, Hızır'la buluştuktan sonra İsrailoğulları'na gön­derdi» demişlerdir.
Hızır önce ona işin önemini anlattı. Hakkında bilgin olmadığı şey konusunda nasıl sabredeceksin? İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın
Eğer bana tabi olmak ve benimle beraber olmak istiyorsan bunun şartı; her hangi bir konuda ben sana bilgi verinceye kadar bana o konuda hiçbir şey sormamandır. Bu şartlarda anlaştılar. Hz. Mûsâ soru sormayacak ve işine karışmayacaktı. Yürüdüler.
Kalkıp yürüdüler ve derken gemiye binmeleri gereken bir yere geldiler ve bir gemiye bindiler. Ve o kul bindikleri gemiyi delmeye başladı. Geminin duvarından bir delik açmaya başladı. Böylece gemidekilerin boğulmalarına sebebiyet vermeyecek derecede gemide göze çarpan bir kusur meydana getirmeye yöneldi. Onun bunu yaptığını gören Hz. Mûsâ dayanamayarak dedi ki: Şu yaptığını beğendin mi yâni? Gemiyi ve içindekileri boğmak için mi bunu yapıyorsun? Doğrusu hayret edilecek bir iş yaptın. Korkunç bir şey yaptın. Yâni olacak şey mi bu? Yapılacak şey mi bu senin yaptığın? Adamlar üstelik bizden gemiye binmemizin ücretini de istemediler. Bize karşı böyle davranan adamlara karşı şu yaptığına bir baksana! dedi.
Sen bu işin iç yüzünü bilmiyorsun! Sen bu olayın arka planını bilmiyorsun! Elbette bu yaptığımın senin bilmediğin bir hikmeti vardır! Ben sana benim yaptığım işlere karşı dayanamazsın demedim mi? deyince Hz. Mûsâ da:
Unuttuğundan dolayı beni muaheze etme! Unuttuğum şeyden dolayı bana çıkışma!
Yine yollarına koyuldular. Sonunda bir oğlan çocuğuna rastladılar ki akranları arasında en güzel ve en sevimlileriydi. O kul, tuttu arkadaşları arasından onu alıp boynunu kopararak öldürüverdi. Bunu gören Hz. Mûsâ hayretler içinde bir önceki olaydan daha büyük bir tepki göstererek; bir cana karşılık olmaksızın, yâni kısas olmaksızın bir cana kıydın ha! Bunu nasıl yaptığını bir türlü anlayamıyorum? Göz göre göre çocuğu öldürdün. Ne suçu vardı bu yavrucağın? Bir adam öldürmüş değildi ki onun karşılığında kısas uygulayarak onu öldüresin. Gerçekten çok kötü bir şey yaptın dedi.
Hızır (as) “ben sana benimle yolculuğa dayanamazsın demedim mi?
Bu durumda Mûsâ (a.s) ancak şunu diyebilmişti:
            Bu sondur artık. Eğer bundan sonra sana bir soru daha sorarsam o zaman artık bana arkadaş olmazsın. O zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın dedi.
Yine yolculuklarına devam ederek nihâyet bir kasabaya vardılar. Kasaba halkından yemek istediler ve kendilerini misafir etmelerini arzuladılar. Sözü geçen bu kasaba Antak­ya'dır. Hadis-i şerifte anlatıldığına göre onların uğradıkları kasaba halkı aşağılık insanlardı. Onlara yiyecek de vermediler onları misafir de etmediler. İkisi o şehrin içinde duvarları yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Sonra Mûsâ’nın arkadaşı o duvarı doğrultuverdi. Yâni yıkılmak üzere olan duvarı eski haline getiriverdi. Ona hiçbir şey dememesi gereken Hz. Mûsâ yine sabredemeyerek:
Dileseydin yaptığın bu işe karşılık onlardan bir ücret alabilirdin! dedi. Bak bu adamlar bize yemek vermediler, bizi misafir de etmediler. Yemeğe de ihtiyacımız vardı. Bize bu şekilde davranan bu adamlara karşı yaptığın bu iş karşılığında hiç olmazsa bir ücret talep etseydin dedi. Bunun üzerine o kul dedi ki:
Artık bu seninle benim aramı ayıran şeydir. İşte bu ayrılışımızın sebebidir. Artık yolun sonuna geldik. Şimdi artık sana bu senin dayanamadığın, sabredemediğin olayların yorumunu, arka planını anlatacağım dedi.
Gemiyi delip kusurlu hale getirme işine gelince o gemi denizde çalışan ve onunla geçimlerini sağlayan birkaç yoksul kişiye aitti. Önlerinde gidecekleri yerde de bulduğu her sağlam ve kusursuz gemiye el koyan, müsadere eden bir kral vardı. Ben de böyle onu kusurlu hale getirdim ki o kral bu gemiyi beğenip bu garibanların ellerinden almasın. Binaenaleyh daha büyük bir zarara uğramamaları için bu küçük zarar onların başına gelmiştir.
O çocuğun hayatta kalması ana ve babası hakkında büyük bir mefsedet olacaktı. Bu çocuk Rabbin sicilinde ilk günden itibaren kâfir olarak kaydedildiği için, Allah onun kaderini bildiği için yaşadığı zaman babası ve anasının hem dinlerini hem de dünyalarını etkileyecek ve belki de onları ona sevgisinden dolayı küfre sürükleyecekti. Büyüyüp de ebeveynini küfre düşürmesinden korktuğum için onu öldürdüm.
Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların ergenlik çağına ulaşmasına ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi.
“Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzleri budur.”
Ledünnî ilim (gayb ilmi) demektir. Hızır aleyhisselâmın âb-ı hayat içtiği için kıyamete kadar yaşayacağını söyle­yenler vardır; ancak müfessirlerin çoğunluğu "Senden önce de hiçbir beşere ebedî­lik vermedik" mealindeki âyete ve diğer aklî ve naklî delillere da­yanarak onun öldüğünü söylemişlerdir.
Musa'nın ümmetinde zengin bir ihtiyar vardı. Bir tek oğlu ol­muştu ve öte taraftan da yeğenleri vardı. Bu yeğenler amcazadelerinin hayatına son verip ihtiyar amcanın mirasına konmak istediler. Amcazadelerini bir gece öldürüp cesedini şehir etrafındaki surun ka­pısına bıraktılar. Sonra Musa'ya (A.S.) gelip katilleri bulmasını ve söz­de intikam almalarını sağlamasını istediler Fakat mahkemenin hâkiminin Peygamber olduğunu ya unuttular veya inkâra sapmışlardı. Cenabı Mevlâ, kulu Musa'ya (A.S.), «Onlara söyle ki, bir «İNEK» kes­sinler onun bir parça etini ölüye vursunlar o, dirilip onlara katili ha­ber verecektir.» dedi. Bunu söyleyen Musa'nın (A.S.) sözünü, tepkiyle karşıladılar. Çünkü Peygamberliğin ne olduğunu ya hiç bilmiyorlardı, dinledikleri bir kulaktan girip öbüründen çıkmıştı, yâ da sathî ve ba­sit bir tarzda mütalea ediyorlardı «Ey Musa! Bizimle alay mı edi­yorsun? Herhangi bir sığırın bir parçasını cenazeye vurunca dirilmesi nasıl mümkün olur?» dediler. Hz. Musa (A.S.) onların bu karşılığın­dan nefret ederek kendini o, uygunsuz ve yakışık almaz imtihandan uzak tutarak: «Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!» diye yakar­dı. «Ey Musa! Rabbinden sor «Acaba o, sığırın durum ve niteliği ne­dir bize beyan etsin» dediler. Çünkü böyle bir ineği hiç görmemişlerdi. Eğer «Ey Musa! Senin dediğin doğrudur. Hemen herhangi bir ineği keselim ve dediğini tatbik edelim» deselerdi, meseleyi derinden derine götürmeselerdi, bu zorluklar baş göstermezdi. «Kim ki ifrata kaçarsa, onun önüne ifrat ve şiddet çıkar!.» (Hadîs).
Musa (A.S.), «Rabbim diyor ki, o, inek yaşlılık ile gençlik arasın­da yaşı bulunan bir inektir.» Allah'ın Resulü (S.A.V.), «Eğer hangi bir ineği rastgele kesip zorluk çıkarmasaydılar kâfi gelirdi, lâkin onlar nefislerine zorluk çıkardılar. Allah da onların işlerini zorlaştırdı.» Cenab-ı Hak, onları bu inatlarından vazgeçirmek ve Peygamberin emrine tabî' olmalarını sağlamak için şu emri verdi: «Emrolunduğunuzu ya­pınız!
Kesilen ineğin dilini veya sağ budundan bir parçasını veya kula­ğını veya kuyruğunu ölüye vurdular, Hz. Musa'nın mu'cizesi olarak ölü dirilip dile geldi ve amcazadeleri tarafından öldürüldüğünü ifade etti.
Hz. Musa'ya yapılan eziyete gelince, bu Ebu Hureyre'nin Rasûlullah'tan rivayet ettiği şu hadiste belirtilmiştir: «İsrailoğulları çıplak olarak yıkanıyorlardı. Hz. Musa da çok utangaç olduğundan dolayı bedenini örter, gizlerdi. Bir grup «Hz. Musa'nın yumurtalık­larında şiş vardır» dedi. Bir grup «Bedeninde alacalık vardır», bir grup «Başka bir hastalık var ki kendisini bu kadar koruyor» dediler. Bir gün Hz. Musa, Şam arazisinde bulunan bir çeşmede yıkanmak üzere gitti. Elbisesini bir taş üzerine koydu. Taş onun elbisesini kaçırdı. Musa çıplak olarak taşın arkasına düşerek «Ey taş, benim elbisemi ver, ey taş, benim elbisemi ver!» diye bağır­dı. Taş, İsrailoğulları'ndan bir cemaatin huzuruna kadar gelip durdu. Onlar Hz. Musa'nın bedenine baktılar ki o, yaradılış bakı­mından insanların en güzellerinden ve suret bakımından da insan­ların en mutedilidir. Onda söylenen hastalıklardan hiçbiri yoktur. İşte Cenab-ı Hak «Allah onu dediklerinden tebrie etti» buyuru­yor».» Hadisi Buhari ve Müslim bilmânâ rivayet etmişlerdir.

Konuyla ilgili ayetler


Bakara 51-73, 87, 92-93, 108, 136
51. Musa'ya kırk gece için söz vermiştik. Sonra siz, haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edin­diniz.
52. Bundan sonra, (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.
53. Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya kitabı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.
54. Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Şüphesiz siz buzağıyı (tanrı) edin­mekle kendinize zulmettiniz. Onun için yaratanınıza tövbe edin de nefisleri­nizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir; böy­lece Allah tövbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tövbeleri kabul eden an­cak O'dur".
55. Bir zamanlar, "Ey Mûsâ! Allah'ı açıkça görmedikçe sana as­la inanmayız" demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.
57. Ve sizi bulutlarla gölgeledik; size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik; ''Ver­diğimiz güzel nimetlerden yiyiniz" (dedik). Gerçekte onlar bize değil, kendile­rine kötülük ediyorlardı.
58. Dedik ki: "Şu şehre girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyip için, kapıdan eğilerek girin ve af dileyin ki ha­talarınızı bağışlayalım. Biz iyi davrananlara fazlasıyla vereceğiz."
59, Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik
60. Mûsâ kavmi için su istemiş, biz de ona, "Asanı taşa vur!" demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırdı. Her topluluk kendi içeceği yeri bil­di. "Allah'ın rızkından yiyin için; yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" (dedik).
61. Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgille­rinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin" demiştiniz. Mûsâ ise, "Daha iyiyi daha kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; iste­dikleriniz orada var" dedi. Zillete, fakru zarurete mahkûm oldular; Allah'ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bu yaptıkları da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.
62. Şüphesiz, iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve Sabiîler'den de Allah'a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Allah’ın katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.
63. Hatırlayın ki, sizden sağlam bir söz almış, üzerinize de dağı kaldır­mıştık. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın; umulur ki korunursunuz" (demiştik).
64, Bundan sonra yine döndünüz. Eğer Allah'ın keremi ve rahmeti üzerinizde olmasaydı muhakkak zarara uğrayan­lardan olurdunuz
65. İçinizden cumartesi günü hakkındaki hükmü çiğneyenleri elbette bi­lirsiniz. Bu yüzden onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" demiştik.
66. Biz bu­nu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık
67. Bir zaman Mûsâ kavmine, "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor" demiş; onlar da “Bizimle alay mı ediyorsun!" demişlerdi. Mûsâ, "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi.
68. "Bizim adımıza rabbine dua et de onun ne olduğunu bize açıklasın" dediler. Mûsâ dedi ki: "Allah şöyle buyu­ruyor: 'O, yaşlı da değil düve de değil; ikisinin arası bir inek olacak.' Haydi size emredileni yapın."
69. "Bizim için rabbine dua et de renginin nasıl olaca­ğını bize açıklasın" dediler. Mûsâ, "O buyuruyor ki: Rengi parlak sarı, ba­kanların içini açan bir inek olacak" dedi.

70. Yine, "Bizim için rabbine dua et de onun nasıl bir şey olduğunu bize iyice açıklasın; çünkü bu sığır bize ayırt edilemez geldi; inşallah doğrusunu buluruz" dediler. 

71. Mûsâ, "Rabbim şöy­le buyuruyor, dedi: O, henüz boyunduruk altına alınıp yer sürmemiş, ekin sulamamış, serbest dolaşan ve alacası bulunmayan bir inektir." "İşte şimdi doğ­rusunu anlattın" dediler ve ineği (bulup) kestiler, ama az daha (bunu) yapma­yacaklardı.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de bu hususta birbirinize düşmüştünüz. Halbuki Allah sakladığınızı ortaya çıkaracaktı.
73. Sonra "(ke­silen ineğin) bir parçasıyla ölüye vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve belki akıllanırsınız diye size âyetlerini gösterir.
87. Andolsun biz Musa'ya kitabı verdik. Ondan sonra da ardarda pey­gamberler gönderdik. Meryem Oğlu İsâ'ya da deliller verdik ve onu Rûhul-kudüs ile destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız, kimi­ni de öldürdüğünüz, doğru değil mi?
92. Ândolsun Mûsâ size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardın­dan haksızlıkla buzağı putunu edindiniz.
93. Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, dağı da üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiklerimizi kuvvetle tutun, söylenenlere kulak verin" demiştik. Onlar, "İşittik ve isyan ettik!" dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: "Eğer inanı­yorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!"
108. Yoksa daha önce Musa'ya sorulduğu gibi siz de Peygamberinize soru­lar sormak mı istiyorsunuz? Kim imam küfre değişirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.
136. "Biz Allah'a ve bize indirilene; keza İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar ara­sında ayırım yapmayız; biz O'na teslim olanlarız" deyin,




            Ali imran 84
            84. De ki: "Biz Allah'a ve bize indirilene; keza İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ, İsâ ve bütün peygamberlere rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O'na teslim olanlarız."




Nisa 153, 164
153. Ehli kitap senden, gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Onlar bundan daha büyüğünü Musa'dan istemişler, "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi de bu haksız davranıştan yüzünden onları hemen yıldırım çarp­mıştı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tam) edin­diler; biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık bir delil verdik
164. Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah, Mûsâ ile gerçekten konuştu.




Maide 20-26
20. Bir zamanlar Mûsâ kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Allah'ın si­ze lütfettiği nimeti hatırlayın. Zira O, içinizden peygamberler çıkardı, sizi hü­kümdarlar kıldı ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
21. Ey kavmim! Allah'ın sizin için (vatan olarak) yazdığı kutsal topraklara girin, sa­kın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz."
22. Dediler ki: "Ey Mû­sâ! Orada zorba bir topluluk var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla gi­remeyeceğiz. Ama oradan çıkarlarsa biz hemen gireriz."
23. Korkanlar ara­sından Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu iki cesur adam şöyle dedi: "Onlara kapıdan saldırın; oraya girdiğiniz an artık kesinlikle galip olacak sizsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin."
24. İsrâiloğulları, "Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!" dediler.
25. Mûsâ, "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet" dedi.
26. Allah buyurdu ki: "Öyleyse onlar yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere oradan (kutsal top­raklardan) kırk yıl mahrum bırakılmışlardır. Artık sen yoldan çıkmış toplum için üzülme."




Enam 84, 91, 154
84. Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik. Biz, iyi davranan­ları böyle mükâfatlandırırız.
91. Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Çünkü "Allah hiç­bir insana hiçbir şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyleyse Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?" Siz onu kâğıtlara ya­zıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'an da) size öğretilmiştir. (Resulüm!) Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıktan bataklıkta oyalanadursunlar!
154. Sonra iyilik edenlere (nimetimizi) tamamlamak ve her şeyi açıkla­mak için, bir hidayet ve rahmet olmak üzere Musa'ya kitabı indirdik ki rablerinin huzuruna varacaklarına inansınlar.




Araf 103-155, 159-160
103. Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve çevre­sine gönderdik; onlar ise mucizeleri inkâr ettiler; ama gör işte fesatçıların so­nu ne oldu!
104. Mûsâ dedi ki: "Ey Firavun! Ben âlemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim."
105. "Allah hakkında gerçek olandan başkasını söy­lememek benim üzerime borçtur. Size rabbinizden açık bir delil getirdim. Ar­tık İsrâiloğulları'nı benimle birlikte serbest bırak."
106. O da şöyle dedi: "Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster ba­kalım."
107. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. Bir de baktılar ki apaçık bir yılan!
108. Ve elini (cebinden) çıkardı. Bir de ne görsünler, o da bembeyaz oluvermiş!
109. Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Bu gerçek­ten çok bilgili bir sihirbazdır;"
110. "Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz?"
111. Dediler ki: "Onu da kardeşini de beklet; şehirlere top­layıcılar (memurlar) yolla;"
112. "Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler."
113. Sihirbazlar Firavun'a geldiler; "Eğer üstün gelen biz olursak bize mu­hakkak bir mükâfat olmalıdır" dediler.
114. O da "Tamam; ayrıca sizler mutlaka yakınlarımdan olacaksınız" dedi
115. Sihirbazlar dediler ki: "Ey Mûsâ! Sen mi atacaksın yoksa (ilk) atan biz mi olalım?"
116. "Siz atın" dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, içlerine korku saldılar ve böylece büyük bir büyü gösterdiler.
117. Biz de Musa'ya "Asanı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydur­duklarını yakalayıp yutuyor!
118. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yap­tıkları yok olup gitti.
119. İşte Firavun ve kavmi orada yenildiler ve küçük düşüp yarıştan çekildiler.
120. Sihirbazlar secdeye kapandılar.
121-123. "Âlemlerin rabbine, Mûsâ ve Harun'un rabbine iman ettik" dediler. Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Bu, hiç şüphesiz halkım şehirden çıkarmak için orada kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında göreceksiniz!"
124. "Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesece­ğim, sonra da hepinizi asacağım!"
125. Onlar, "Biz zaten rabbimize dönece­ğiz" dediler;
126. "Sen sadece, rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandık diye bizden intikam alıyorsun. Ey rabbimiz! Bize sabırlar ver ve müslüman olarak canımızı al!"
127. Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini ser­best bırakacaksın!" Firavun, "Biz onların oğullarını sürekli öldürüp kızları­nı sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz" dedi.
 128. Mûsâ kavmine dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır, O, kullarından dilediğini oraya hâkim kılar; (güzel) sonuç, takva sahiplerinindir".
129. Onlar da "Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi" dediler. Mûsâ, "Umulur ki rabbiniz düşmanınızı helak eder ve nasıl hareket edeceğinizi görmesi için onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar" dedi.
130. Andolsun ki biz de Firavun'a uyanları, ders alsınlar diye kuraklık yılları ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık.
131. Onlara bir iyilik gelince "Bu bizim hakkımızdır" derler, eğer kendilerine bir fenalık gelirse bunu Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna bağlarlardı. Bilesiniz ki başlarına gelenler Allah kalındandır; fakat onların çoğu bunu bilmez.
132. Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne işaret getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."
133. Biz de açık açık mucizeler olmak üzere onların üzerine tufan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günah­kâr bir kavim oldular.
134. Azap üzerlerine çökünce, "Ey Mûsâ! Sana verdi­ği söz hürmetine, bizim için rabbine dua et! Eğer bizden azabı kaldırırsan mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrâiloğulları'nı seninle gönderece­ğiz" derlerdi.
135. Ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırdı­ğımızda hemen sözlerinden döndüler.
136. Nihayet, âyetlerimizi yalanlamala­rı ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onla­rı denizde boğduk.
137. Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de (İsrâiloğullarını) içini bereketlerle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı ta­raflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık rabbinin İsrâiloğulları'na verdi­ği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiş­tirdikleri bahçeleri de helak ettik.
138. İsrâiloğulları'nı denizden geçirdik; ardından kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, "Ey Mûsâ! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap" dediler. Mûsâ dedi ki: "Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!"
139. "Şüphesiz onların tâbi oldukları şeyler yıkılmaya mahkûmdur; yapmakta oldukları da boştur."
140, "Ben" dedi, "Size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım? Halbuki O sizi âlemlere üstün kılmıştır."
141. Hani Firavundun adamlarından sizi kurtar­mıştık. Onlar sizlere işkencenin en kötüsünü yapıyorlardı; oğullarınızı öldü­rüyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda rabbinizden büyük bir im­tihan vardır
142. Mûsâ ile otuz gece (için) vaadleştik ve buna on gece daha ekledik; böylece rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Mûsâ, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavmimin içinde benim yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların tavin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de rabbi onunla konuştuğunda o, "Rabbim! Bana görün; sana bakayım" dedi. Rabbi, "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de be­ni göreceksin" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsâ da bayılıp düştü. Kendine gelince dedi ki: "Seni noksan sıfatlardan ten­zih ederim, sana tövbe ettim; ben inananların ilkiyim."
144. Allah, "Ey Mû­sâ!" dedi, "Ben, tebliğlerim ve konuşmam için seni seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol."
145. Nasihat olarak ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık. (Ve dedik ki:) "Bunları kuvvetle tut; kavmine de onların en güzelini almalarını emret. Yakında size yoldan çıkmış­ların yurdunu göstereceğim."
146. "Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar, bütün mucizeleri görseler de iman et­mezler; doğruluk yolunu görseler onu yol edinirler. Fakat eğrilik yolunu gö­rürlerse hemen ona saparlar." Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamala­rından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir,
147. Halbuki âyetle­rimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta olduklarından başka bir şey sebebiyle cezalandırılmazlar
148. (Tur'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelim (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlar­la ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor! Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.
149. Pişman olup kendilerinin gerçekten sapmış oldukla­rını anlayınca da dediler ki: "Eğer rabbani bize acımaz ve bizi bağışlamaz­sa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!
150. Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce, "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere at­tı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Hârûn, "Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf gördüler; neredeyse beni öldü­receklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!" dedi.
151. Mûsâ da, "Ey rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine garkeyle! Sen merhametlilerin en merhametlisisin" dedi.
152. Bu­zağıyı (tanrı) edinenler yok mu, işte onlara mutlaka rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153. Kötülükler yaptıktan sonra ardından tövbekar olup da iman edenlere gelince, şüphesiz ki, o tövbe ve imandan sonra rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir.
154. Musa'nın öfkesi yatışınca levhaları aldı. Bu tekrar yazılmış metinlerde, rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı.
155. Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak için kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: "Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bi­zim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.
159. Musa'nın kavminden hakka götüren ve onun sayesinde âdil davra­nan bir topluluk da vardı.
160, İsrâiloğulları'nı nesillere göre on iki toplulu­ğa ayırdık. Halkı kendisinden su istediğinde Musa'ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Taştan on iki göze fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. Üzerle­rine de buluttan gölgelik yaptık; onlara kudret helvasıyla bıldırcın eti indir­dik. "Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin" (dedik). Onlar (nankör-lükleriyle) bize değil fakat kendilerine kötülük ediyorlardı.




Yunus75-89
75. Onların da ardından Mûsâ ve Harun'u açık kanıtlarımızla Fira­vunca ve çevresindeki ileri gelenlere gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler; onlar günaha gömülmüş kimselerdi.
76. Öyle ki, kendilerine nezdimizden hakikat geldiğinde "Bu düpedüz bir büyü!" dediler.
77. Mûsâ şöy­le dedi: "Size gerçek ulaştığında böyle mi söylersiniz? Sihirbazlar gerçek bir başarıya ulaşamazken bu hiç sihir olabilir mi?"
78. "Sen", dediler, "Bizi ata­larımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirtsin de bu yerde nüfuz ve egemen­lik ikinizin olsun diye mi aramıza geldin? Biz ikinize de inanacak değiliz!"
79. Firavun da "İşi bilen bütün sihirbazları huzuruma getirin" diye emretti.
80. Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara "Haydi atabileceklerinizi atın" dedi.
81. On­lar hünerlerini ortaya koyunca Mûsâ şöyle dedi: "Asıl bu sizin ortaya koydu­ğunuz sihirdir. Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır. Kuşkusuz Allah boz­gunculuk edenlerin işini düzeltmez.
82. Ve Allah, günaha batmış olanlar hoşlanmasa da, sözleriyle gerçeği ortaya çıkarır."
83. Hâsılı, Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavminden ancak az sayıda insan Musa'ya iman etti. Çün­kü Firavun o topraklarda gerçekten güç ve iktidar sahibiydi, üstelik ölçüsüz, sınır tanımaz biriydi.
84. Mûsâ "Ey Kavmim!" dedi, "Eğer Allah'a iman et­tiyseniz, gerçekten O'na teslim olduysanız, artık yalnız O'na güvenip daya­nın."
85. Onlar da şöyle karşılık verdiler: "Güvenimizi yalnız Allah'a bağla­dık. Rabbimiz! Bizi o zalimler için imtihan aracı kılına.
86. Merhametinle bi­zi o inkarcılar güruhundan kurtar."
87. Musa'ya ve kardeşine şöyle vahyet­tik: "Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın, evlerinizi kıbleye dönük yapın ve namazı kılın. (Ey Mûsâ!) İnananları müjdele."
88. Mûsâ, "Rabbimiz!" de­di, Sen Firavun'a ve adamlarına dünya hayatında ihtişam ve servet verdin; insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi yâ rab! Ey Rabbimiz! Artık on­ların servetlerini silip yok et, kalplerine sıkıntı ver; elem veren cezayı görme­dikçe iman etmesinler de görsünler!
89. Allah şöyle buyurdu: "İkinizin de du­ası kabul edildi; doğruluktan ayrılmayın ve sakın kendini bilmezlerin yoluna uymayın."
                                  



Hud 17, 96-97, 110
17. Rabbi katından açık bir delile dayanan, bunu da rabbinden gelen bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce bir önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı bulunan kim­se hiç ötekilerle bir olur mu? Bunlar Kur'an'a inanırlar; muhalif gruplardan hangisi Kur'an'ı inkâr ederse varacağı yer cehennem ateşidir, bundan şüphe­niz olmasın; bu rabbin tarafından bildirilmiş bir gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.
96-97. Gerçekten Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Fira­vun ve adamlarına gönderdik; fakat onlar Firavun'un emrine uydular; oysa Firavun'un emri doğru değil.
110. Gerçek şu ki biz Musa'ya da kitabı vermiştik; onda da ihtilâfa düşüldü. Eğer rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz olmasaydı işleri de bitirilirdi. Onlar kitap hakkında derin bir şüphe içindedirler.
İbrahim5-8
5. Musa'yı da "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" diye mucizelerimizle göndermiştik. Bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için alınacak ibretler vardır.
6. Mûsâ kavmine şöyle de­mişti: "Allah'ın size lütfettiği nimeti hatırlayın. Hani 0 sizi, Firavun’un adam­larından kurtarmıştı. Onlar size işkencenin en kötüsünü reva görüyor, erkek çocuklarınızı kesiyor, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunlarda rabbinizden bü­yük bir imtihan vardı.
 7. Hani rabbiniz, 'Eğer şükrederseniz size (nimetimi) da­ha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!' di­ye bildirmişti."
8. Yine Mûsâ "Siz ve bütün yeryüzündekiler nankörlük etseniz dahi bilin ki Allah kimseye muhtaç değildir, övgüye lâyıktır" demişti




İsra 2, 101-104
2. Musa'ya kitabı verdik ve "Benden başkasına güvenip dayanmayın" diyerek o kitabı İsrâiloğulları'na bir hidayet rehberi kıldık.
101. Andolsun biz Musa’ya açık seçik dokuz ayet verdik. Haydi İsrail oğullarına sor; Mûsâ onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Mûsâ, demişti, senin büyülenmiş olduğunu düşünüyorum!"
102. Mûsâ şöyle dedi: "Çok iyi biliyor­sun ki, bunları birer ibret olmak üzere ancak göklerin ve yerin rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de öyle düşünüyorum ki hakikaten senin işin bitik!
103. Der­ken Firavun onların ülkedeki varlığına son vermek istedi. Bu yüzden biz onu ve yanındakileri, hepsini denizde boğduk.
104. Arkasından da İsrâiloğulları'na, "O topraklarda oturun! Âhiret vakti gelince hepinizi toplayıp bir ara­ya getireceğiz!" dedik.




Kehf 60-82
60. Bir vakit Mûsâ genç adama, "Tâ iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yahut senelerce yürümedikçe durup dinlenmeyeceğim" demişti.
61. Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, de­nizde yüzme yolunu tutup gitmişti.
62. Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ genç adama, "Kahvaltımızı getir. Gerçekten yolculuğumuz yüzünden yorgun düş­tük" dedi.
63. Genç, "Gördün mü, dedi, kayaya sığındığımız sırada ben balı­ğı unuttum! Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı." Ula­şılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.
64. Mûsâ, "İşte aradığımız o idi" dedi. Hemen izleri üzerine geri döndüler.
65. Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.
66. Mûsâ ona, "Sana öğretilenden, bana doğruyu gösteren bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı?" dedi.
67-68. 0 (Hızır), "Doğru­su sen benimle beraberliğe sabredemezsin, (İç yüzünü) kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?" dedi.
69. Mûsâ, "İnşallah sen beni sabreder bulacak­sın. Senin emrine de karşı gelmem" dedi.
70. O da, "Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" diye tenbih etti.
71. Bunun üzerine birlikte yürüdüler. Nihayet gemiye bindik­leri zaman o (Hızır) gemiyi deldi. Mûsâ, "İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!" dedi.
72. (Hızır) "Ben sana, sen benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?" dedi.
73. Mûsâ, "Unuttu­ğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma" dedi.
74. Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: "Masum bir insanı, bir can karşılığı olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!"
75. (Hızır) "Sana, benimle beraber sen sabredemezsin, dememiş miydim? dedi.
76. Mûsâ, "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme! Hakikaten benim ta­rafımdan (ileri sürülebilecek) mazeretin sonuna ulaştın" dedi.
77. Yine yürü­düler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Mûsâ "Dikseydin, el­bet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.
78. (Hızır) cevap verdi: "İşte bu, benim­le senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzü­nü haber vereceğim" dedi.
79. "Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimse­lerindi. Onu sakatlamak istedim. Onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gaspetmekte olan bir kral vardı.
80. Erkek çocuğa gelince, onun ana babası, mümin kimselerdi; çocuğun onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürme­sinden korktuk.
81. Böylece istedik ki, rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.
82. Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yap­madım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."




Meryem51-53
51. Bu kitapta Musa'yı da okuyarak an. Gerçekten o ihlâslı biriydi, elçi-peygamberdi
52. Ona Tur’un sağ tarafından seslendik ve onu, bir sırdaş ka­dar kendimize yaklaştırdık.
53, Rahmetimizin bir sonucu olmak üzere karde­şi Harun'u da bir peygamber olarak onun yanma verdik




Taha 9-98
9, Mûsâ ile ilgili bilgi sana erişti mi?
10. Hani o bir ateş görmüş ve aile­sine şöyle demişti: "Siz bekleyin. (Şu uzakta) bir ateş bulunduğundan emi­nim, belki ondan size bir kor parçası getiririm veya ateşin başında bir kıla­vuz bulurum."
11. Onun yanına geldiğinde ise kendisine "ey Mûsâ!" diye seslenildi.
12. "İyi bil ki ben, evet yalnız ben senin rabbinim; artık pabuçla­rını çıkar, çünkü şu anda kutsal vadide, Tuvâ'dasın.
13. Ben seni seçtim, şimdi vahyedilecek olana kulak ver.
14. Kuşkusuz ben, yalnız ben Allah'ım. Benden başka tanrı yoktur. O halde bana kulluk et, beni hatırında tutmak için namaz kıl.
15. Onu âdeta kendimden bile gizliyorsam da, herkesin ya­pıp etliğinin karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka gelecektir.
16. Ona inanmayan ve kendi tutkularının peşinden gidenler sakın seni ona inanmak­tan alıkoymasın, sonra sen de helak olursun!
17. Nedir o sağ elindeki, ey Mûsa?"
18. Dedi ki: "O benim asamdır. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim, ona başkaca ihtiyaçlarım da var."
19. Allah buyurdu: "Onu yere at ey Mûsâ!"
20. Hemen attı. Bir de ne görsün, o akıp giden bir yılan oluvermiş!
21, Allah, "Tut onu ve korkma, biz onu hemen eski hâline döndüreceğiz" buyurdu.
22. "Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık yüzün­den olmaksızın, bir başka mucize olarak bembeyaz çıkacaktır.
23. Böylece sana büyük mucizelerimizden bir kısmını göstermiş olalım.
24. Firavun'a git, çünkü o sınırı çok aştı."
25. Mûsâ "Rabbim!" dedi, "Gönlüme ferahlık ver.
26. İşimi bana kolaylaştır,
27. Dilimden düğümü çöz,
28. Ki sözümü iyi anlasınlar.
29. Yakınla­rımdan birini bana yardımcı ver.
30. Kardeşim Harun'u.
31. Onunla gücümü pekiştir.
32. Onu da görevime ortak et.
33. Tâ ki seni bol bol teşbih edelim.
34, Ve seni çok analım.
35 Kuşkusuz sen beni görmektesin."
36. Allah buyur­du: "Ey Mûsâ! Dileğin kabul edildi.
37. Zaten sana bir kere daha lütufta bu­lunmuştuk.
38. Hani annene verdiğimiz vahiyde şunu bildirmiştik:
39. Onu sandığa koy ve ırmağa bırak; böylece ırmak onu kıyıya çıkarsın ve benim de onun da düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Mûsâ!) Senin üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki (sevilesin), nezâretim altında büyütülüp yetiştirilesin.
40. Hani kız kardeşin onlara gidip de 'Ona bakabilecek birini size göstereyim mi?' diyordu. Nihayet gözü gönlü şen olsun ve kederlenmesin diye seni anne­ne kavuşturduk. Ve birisini öldürmüştün de seni tasadan kurtarmış, ardın­dan da seni ciddi sınavlardan geçirmiştik. Bu sebeple yıllarca Medyen halkı­nın arasında kaldın, sonra mukadder olduğu üzere buraya geldin ey Mûsâ!
41. Ben seni kendim için seçip yetiştirdim.
42. Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin; beni anmakta gevşeklik göstermeyin.
43. İkiniz beraber Firavun'a gi­din, çünkü o sınırı çok aştı.
44. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üs­lûpla söyleyin, ola ki aklım başına toplar veya içine bir korku düşer."
45. "Ey rabbimiz! dediler, "doğrusu onun bize karşı ileri gitmesinden veya daha da azmasından endişe ediyoruz."
46. Allah buyurdu: "Korkmayın, bilin ki ben sizinle beraberim; işitirim, görürüm.
47. Ona gidip deyin ki: Biz senin rabbinin elçileriyiz. Artık İsrâiloğulları'nı bizimle beraber yolla, onlara eziyet et­me. Sana rabbinden bir mucize getirdik. Esenlik doğru yolu izleyenlerin ola­caktır.
48. Bize vahyolunmuştur ki azap, asıl, yalanlayıp yüz çevirenlerin ba­şına gelecektir."
49. Firavun: "Sizin rabbiniz de kimmiş ey Mûsâ?" dedi.
50. Mûsâ: "Bizim rabbimiz her şeye özüyle ve biçimiyle varlık veren, sonra da işin yolunu yordamını gösterendir." diye cevap verdi.
51. Firavun "Peki" de­di, "gelip geçen nesillerin durumu ne olacak?"
52. Mûsâ, "Onlar hakkındaki bilgi rabbimin katındaki bir kitaptadır; rabbim ne yanılır ne unutur" dedi.
53. Yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, onda size yollar açan ve gökten su indiren O'dur. Onunla her çeşitten çift çift bitkiler çıkardık.
54. Kendiniz yi­yin ve hayvanlarınızı da otlatın. Kuşkusuz bunlarda akıl sahiplerinin çıkara­cağı dersler vardır.
55, Sizi ondan yarattık, yine ona döndüreceğiz ve sonra oradan bir defa daha çıkaracağız
56- Andolsun ki ona (Firavun'a) delillerimizin hepsini gös­terdik. Yine de yalanladı ve kabul etmedi.
57- (Firavun): «Ey Musa! Yaptığın sihir ile bizi yurdumuz­dan çıkarmaya mı geldin?»
58- Şimdi biz de sana muhakkak onun gibi bir sihir getire­ceğiz. Seninle bizim aramızda bir vakit tayin et. Ne senin ne de bizim karşı çıkamayacağımız uygun bir yerde olsun» dedi.
59- (Musa): «Buluşma zamanımız, bayram günü kuşluk vaktinde insanların toplanacağı zaman olsun»  (dedi).
60- Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini  (sihirbaz­larını) topladıktan sonra geldi.
61- Musa onlara (sihirbazlara): «Yazıklar olsun. Allah'a ya­lan uydurmayın. Yoksa O bir azap ile kökünüzü keser. İftira eden muhakkak perişan olur, zarara uğrar» dedi.
62- Böylece onlar durumlarını kendi aralarında tartıştılar ve tartışmayı gizli tuttular.
63. Şöyle diyorlardı: "Bunlar sizi sihirlerimle yurdunuzdan çıkarmak ve tuttuğunuz örnek yolu orsadan kaldırmak isteyen iki sihirbaz­dan başka bir şey değil!
64. 0 halde siz de bütün hilelerinizi birleştiriri ve saf düzeninde gelin. Bugün üstün gelen kendini kurtarmış olacaktır."
 65. Dediler ki: "Ey Mûsâ! Ya sen at, yahut ilk atan biz olalım."
 66. O 'Hayır, siz atın" dedi. Çok geçmeden bir de baktı ki, onların ipleri ve sopalan yaptıktan sihir­den ötürü kendisine doğru akıp geliyor gibi görünüyor!
 67. Mûsâ birden için­de bir korku duydu.
68. "Korkma!" dedik, "üstün gelecek olan kesinlikle sen­sin.
69. Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yalayıp yutsun; onların yap­tığı sihirbaz hilesinden ibaret. Sihirbaz ise amacı ne olursa olsun ona ulaşa­maz."
70. Sonunda sihirbazlar secdeye kapandılar ve "Biz Mûsâ ile Harun'un rabbine iman ettik" dediler.
71. Firavun şöyle çıkıştı: "Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi? Anlaşılıyor ki o size siniri öğreten büyüğünüzdür. Ama ahdim olsun ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece hangimizin cezasının daha şiddet­li ve kalıcı olduğunu anlayacaksınız!"
72. Onlar şu cevabı verdiler: "Seni bi­ze gelen apaçık kanıtlara ve bizi yaratana asla tercih edemeyiz. Artık sen ne­ye hükmedecekken et; ama sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçire­bilirsin.
73. Biz, hatalarımızdan ve bize zorla yaptırdığın sihirden ötürü bizi bağışlaması için rabbimize kesin olarak iman ettik. Hayırlı ve sürekli olan Al­lah'tır."
74. Kim rabbine günahkâr haliyle varırsa, bilsin ki cehennem onu beklemektedir; orada ne ölür ne de düzgün yaşar.
75. İyi işler yapmış bir mü­min olarak onun huzuruna çıkan kimseler için ise üstün dereceler vardır.
76. İçinde ebedî olarak kalacaktan, altlarından ırmaklar akan adn cennetleri! İş­te günahlardan arınanların mükâfaatı budur
77. Musa'ya şöyle vahyetmiştik: "Kullarımla geceleyin yola çık, yetişe­cekler diye korku ve endişe duymaksızın onlara denizde kupkuru bir yol aç."
78. Derken Firavun askerleriyle onların peşine düştü, ama deniz onları amansızca sarıverdi.
79. Firavun kavmim saptırmış, doğru yolu göstermemişti.
80. Ey İsrâiloğulları! Böylece sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tûr'un sağ tara­fında sizinle sözleştik; size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik.
81. Size rızık olarak verdiğimiz iyi ve temiz şeylerden yiyiniz ama bunda ölçüyü aşma­yınız, yoksa gazabıma uğrarsınız; kim gazabıma uğrarsa artık uçuruma yu­varlanmış demektir.
82. Şu da bilinmeli ki, ben tövbe edip yürekten inanan ve iyi işler yapan, sonra da doğru yolda sebat eden kimselere karşı çok bağışla­yıcıyım.
83. "Seni halkından aceleyle ayrılmaya sevkeden neydi ey Mûsâ!"
84. Şöyle cevap verdi: "Onlar da benim izimdeler; benden hoşnut olasın diye sa­na gelmekte acele ettim ey rabbim."
85. Allah, "Fakat, dedi, biz senden son­ra kavmini sınadık ve Sâmiri onları yoldan çıkardı."
86. Bunun üzerine Mû­sâ öfkeli halde ve hayıflanarak kavmine döndü. Şöyle dedi: "Ey kavmim! Rabhiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Peki size bu süre çok mu uzun geldi, yoksa rabbinizin gazabına uğramak istediniz de onun için mi ba­na verdiğiniz sözden döndünüz!"
 87. Şöyle cevap verdiler: "Sana verdiğimiz söze bilerek ve isteyerek aykırı davranmış değiliz; fakat o kavmin ziynet eş­yalarından bazı ağırlıklar yüklenmiştik, onları (ateşe) attık; çünkü Sâmirî de aynı şekilde atmıştı."
88. Derken onlara böğürebilen bir buzağı heykeli yap­tı. (Ona uyanlar) "İşte bu sizin de tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır. fakat o bu­nu unuttu" dediler.
89. Peki görmüyorlar mıydı ki o (heykel) kendilerine bir sözle karşılık veremiyordu, onlara zarar veremediği gibi fayda da sağlayamı­yordu!
90. Gerçek şu ki daha önce Hârûn onlara "Ey kavmim! Siz bununla sınanmaktasınız; kuşkusuz sizin rabbiniz o rahmandır. O halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.
91. Onlar ise şöyle cevap vermişlerdi: "Mûsâ ya­nımıza dönünceye kadar ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz."
92-93. (Mû­sâ dönünce) şöyle dedi: "Ey Hârûn! Onların saptıklarım gördüğünde beni iz­lemekten seni alıkoyan neydi? Yoksa benim emrime isyan mı ettin?"
94. O şöyle cevap verdi: "Ey anamın oğlu! Sakalımı saçımı çekme. Emin ol ki ben senin 'Sözüme riayet etmedin de İsrâiloğulları'nın arasına ayrılık soktun!' diyeceğinden endişelenmiştim."
95. Musa sordu: "Peki senin zorun neydi ey Sâmiri?"
96. "Ben onların görmediklerini gördüm, bu yüzden elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım. Nefsim beni böyle yapmaya itti" diye cevap verdi.
97, (Mûsâ) şöyle dedi: "Haydi git! Artık hayatın boyunca sana düşen 'Bana dokunmak yok!' demekten ibarettir. Ve bil ki asla kurtulamayacağın bir hesap günü de seni beklemektedir. Şimdi şu tapıp durmakta olduğun tan­rına bir bak; biz onu yakacağız sonra da kül edip denize savuracağız!"





Enbiya48-49
48-49. Andolsun ki, Mûsâ ve Harun'a, günahtan sakınan, görmedikleri halde rablerinden korkan ve kıyametin kaygısını taşıyanlar için bir ayırma ölçütü, bir ışık, bir hatırlatıcı bilgi kaynağı verdik.



Hac 42-44
42-44. Şayet seni yalancılıkla itham ediyorlarsa bilesin ki senden önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerinin bildirdiklerini) yalan saymışlardı. Aynı şekilde Mûsâ da yalancılıkla itham edilmişti. Ben ise o inkarcılara biraz süre tanıdım ve sonra onları kıskıvrak yakaladım. Hadlerini bildirişim nasıldı bir bilsen!





Müminun 45-59
45-46. Sonra Mûsâ ve kardeşi Harun'u, âyetlerimizle ve apaçık bir delil ile Firavun'a ve onun önde gelen adamlarına gönderdik. Fakat onlar büyüklük tasladılar. Zaten onlar herkese tepeden bakan bir topluluktu.
47. Nitekim şöyle dediler: "Soydaştan bize kölelik ederlerken bizden farklı olmayan bu iki adama mı inanacağız?"
48. Böylece onları yalancılıkla itham ettiler, sonuçta helak edilenler arasına onlar da katıldı.
49. Gerçek şu ki, belki İsrâiloğulları yollarını düzeltirler diye Musa'ya kitabı verdik.




Furkan 35-36
35. Gerçek şu ki biz Musa'ya da kitap vermiş, kardeşi Harun'u onun yanında yardımcı yapmıştık.
36. Onlara, "Âyetlerimizi yalan sayan topluluğun yanına gidin" dedik. Ama sonunda o topluluğu yıkıp yok ettik.




Şuara 10-68
10-11, Hani rabbin Musa'ya, şöyle seslenmişti: "O zalimler topluluğuna, Firavun'un kavmine git. Onlar hâlâ sakınmayacaklar mı?"
12. Mûsâ, "Rabbim! Doğrusu beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum;
13. Göğsüm daralıyor, dilim dolaşıyor; onun için bu elçilik görevini Harun'a yükle.
14. Ayrıca ben onlar nezdinde suçluyum; bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum" dedi.
15. Allah, "Hayır, asla böyle olmayacak!" buyurdu. "Haydi ikiniz de mucizelerimizle gidin. Şüphesiz biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz."
16-17. Firavun'a gidin ve deyin ki: "Gerçekten biz, İsrâiloğulları'nı bizimle beraber göndermen için âlemlerin rabbinin elçisiyiz."
18. (Makamına vardıklarında) Firavun (Musa'ya) şöyle dedi: "Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?
19. Sonunda yapacağını yaptın. Sen nankörün birisin!"
20. Mûsâ, "Ben, dedi, o işi ne yaptığım bilmezlerden biri olarak yaptım.
21. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra rabbim bana doğru karar vermeyi öğretti ve beni peygamberlerden biri yaptı.
22. O nimet diye başıma kaktığın şeye gelince o da İsrâiloğulları'nı kendine kul köle etmenden ibarettir."
23. Firavun, "Alemlerin rabbi de kimdir?" diye sordu.
24. Mûsâ, "Eğer gerçeğe inanmaya yatkınlığınız varsa biliniz ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin rabbidir" diye cevap verdi.
25. Firavun yanında bulunanlara, "Ne dediğini işitmiyor musunuz!" dedi.
26. Mûsâ, "O, sizin de rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da rabbidir" dedi.
27. Firavun, "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka aklını yitirmiş" dedi.
28. Mûsâ devamla şunu söyledi: "Şayet aklınızı kullanırsanız anlarsınız ki O, doğunun, batının ve bu ikisi arasında bulunanların rabbidir."
29. Firavun, "Benden başkasını tanrı edinirsen, yemin ederim ki seni zindanlarda süründürürüm!" dedi.
30. Mûsâ, "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" diye sordu.
31. Firavun, "Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu" diye karşılık verdi.
32. Bunun üzerine Mûsâ asasını alıverdi; bir de ne görsünler, asâ düpedüz bir yılan oluvermiş!
33. Sonra elini çıkardı; o da bakanlara beyaz ışık saçan bir şey oluvermiş!
34. Firavun, adamlarına şöyle dedi: "Doğrusu bu, çok bilgili bir sihirbaz!
35. Yaptığı sihirle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"
36. Dediler ki: ''Onu ve kardeşini bir süre alıkoy ve şehirlere, toplayıcı görevliler gönder;
37. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler."
38. Böylece sihirbazlar belli bir günün ilân edilmiş vaktinde bîr araya getirildi.
39- Halka, "Siz de toplantıya gelmiyor musunuz?" denildi.
 40. "Sihirbazlar üstün gelirlerse -ki ümidimiz budur- herhalde onların yolundan gideriz."
41. Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a, "Eğer üstün gelen biz olursak herhalde bize bir ödül vardır, değil mi?" dediler.
42. Firavun, "Evet", dedi; "O takdirde gerçekten has adamlarımdan olacaksınız."
43. Mûsâ sihirbazlara, "Ne atacaksanız atın!" dedi.
44. Bunun üzerine iplerini, değneklerini yere attılar ve dediler ki: "Firavun'un izzeti adına, elbette üstün gelen biz olacağız."
45. Sonra Mûsâ da değneğini yere attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!
46. Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47-48. "Âlemlerin rabbine, Mûsâ ve Hârûn'un rabbine iman ettik" dediler.
49. Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman ediyorsunuz, öyle mi? Anlaşılan o, size sihri öğreten üstadınızmış! Ama şimdi göreceksiniz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!"
50. "Zararı yok, dediler, nasıl olsa biz rabbimize dönüyoruz.
51. İlk iman edenler olduğumuz için rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz."
52. Musa'ya? "Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettik.
53. Firavun da asker toplamak üzere şehirlere adamlar gönderdi.
54. (Adamlarına) "Bunlar, sayıları az, önemsiz bir topluluk;
55. Fakat bize karşı nefretle doludurlar.
56. Biz de kuşkusuz tedbirli, tek vücut bir topluluğuz" (diyordu).
57-58. Sonunda onları bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir konumdan mahrum ettik.
59. Böyle oldu; İsrâiloğulları'na da benzer nimetler verdik.
60. Derken Firavun ve adamları gün doğarken onlara yetiştiler.
61. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları, 'işte yakalandık!" dediler.
62. Mûsâ, "Hayır! Eminim ki rabbim benimledir, bana bir çıkış yolu gösterecektir" dedi.
63. Bunun üzerine Musa'ya, "Asan ile denize vur!" diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı, her parça koca bir dağ gibi oldu.
64. Ötekilerini de oraya getirdik.
65-66. Mûsâ ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardıktan sonra ötekilerini suda boğduk.
67. Şüphesiz bunda inandırıcı işaretler vardır; ama çokları imana gelmiş değildir.
68. Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güçlüdür, engin merhamet sahibidir
                


            Neml 7-14
            7. Bir zamanlar Mûsâ, ailesine, "Ben bir ateş gördüm, size oradan bir haber ya da ısınmanız için bir ateş koru getireceğim" demişti.
            8. Oraya geldiğinde ona şöyle seslenildi: "Ateşin bulunduğu yerdekilerle çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin rabbi olan Allah, her türlü noksanlıktan uzaktır!
            9. Ey Mûsâ! Şüphesiz ben mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allahım!
            10. Asanı yere at!" Mûsâ atıp da onu yılan gibi kımıldanır görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı (Dedik ki): "Ey Mûsâ! Korkma, benim huzurumda peygamberler korkmaz;
            11. Ancak kim haksızlık ederse o başka. Sonra o da işlediği bir kötülük yerine bir iyilik ederse bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim.
            12. Şimdi elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git. Çünkü onlar yoldan çıkımı bir kavim oldular."
            13. Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince, "Bu, düpedüz bir sihirdir" dediler.
            14, Mucizeleri açık ve kesin olarak görüp idrak ettikleri halde zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!




            Kassas 3-48, 76
            3. İman eden bir topluluk için Mûsâ ile Firavundun haberlerinden bir kısmını gerçek şekliyle sana anlatacağız.
            4. Kuşkusuz ülkesinde Firavun despotluk ediyor, halkını gruplara ayırıyordu. Onlardan bir grubu güçsüz düşürmek istiyor, erkek çocuklarını kıyımdan geçiriyor, kızlarını sağ bırakıyordu. Hiç kuşkusuz o huzur ve güveni bozanlardandı.
            5-6. Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri yapmak, o ülkede iktidarı ele almalarını sağlamak, Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek istiyorduk.
            7. Musa'nın annesine, ''Onu emzir, başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye vahyettik.
            8. Böyle de oldu. Firavun ailesi onu bulup aldı. Ama sonunda o kendileri için bir düşman ve tasa sebebi olacaktı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yoldalardı.
            9. Firavun'un karısı, "O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz" demişti. Onlar işin farkında değillerdi.
            10. Musa'nın annesinin yüreği yalnızca çocuğuyla meşguldü. Eğer, inanıp güvenen biri olması için onun kalbini pekiştirmiş olmasaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
            11. Musa'nın ablasına, "Onu izle" dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
            12. Biz önceden onun, başka sütanneleri kabul etmesini engellemiştik. Bunun üzerine ablası, "Sizin adınıza onun bakılmasını üstlenecek bir aile bulayım mı?" dedi.
            13. Böylelikle biz anasının gönlü rahatlasın, gam çekmesin ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu anasına geri verdik; fakat oradakilerin çoğu bilmiyorlardı
            14, Mûsâ yetişip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle ödüllendiririz.
            15. Mûsâ, ahalisinin haberi olmadığı bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi halkından, diğeri düşman taraftan olan iki adamın birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi, düşman taraftan olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsâ ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu; sonra şöyle dedi: "Bu şeytanın işidir; o gerçekten ayartıcı ve apaçık bir düşman!
            16. Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim; beni bağışla!" Allah da onu bağışladı. Çünkü O, gerçekten çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.
            17. Mûsâ, "Rabbim! Bana lütfettiğin nimetler hakkı için suçlulara asla arka çıkmayacağım" dedi.
            18. Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen adam bağırarak ondan yine yardım istiyor! Mûsâ ona, "Açıkçası sen düpedüz serserinin birisin" dedi.
            19. Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince o şöyle dedi: "Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi, şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Demek ki sen haksızlıkları düzelten biri olmak istemiyorsun da bu ülkede sadece azdı bir zorba olmak istiyorsun" dedi.
            20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında görüşme yapıyorlar; derhal çıkıp git! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim"
            21. Mûsâ korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı. "Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar" dedi
22. Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Umarım rabbim beni doğru yola iletir" dedi.
23. Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaştı. Onların biraz ötesinde de (hayvanlarının suya gelmesini) engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "meseleniz nedir?" diye sordu. "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır" dediler.
24. Bunun üzerine Mûsâ, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekilip "Ey Rabbim! Bana lütfedeceğin her türlü hayra muhtacım!" diye niyazda bulundu.
25. Bu esnada kızlardan biri utangaç bir eda ile yürüyerek yanma geldi; "Bizim için yaptığın sulamanın karşılığını ödemek üzere babam seni çağırıyor" dedi. Mûsâ, yanma gelip de ona başından geçenleri anlatınca, "Korkma, zalimler topluluğundan kurtuldun" dedi.
26. O iki kızdan biri, "Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olanıdır" dedi.
27. Babaları Musa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senin bir iyiliğin olur; yoksa seni zorlamak istemem. İnşallah benim iyi kimselerden olduğumu göreceksin."
28. "Bu seninle benim aramızda bir sözleşmedir; bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, aleyhimde bir talep ve dava olmayacak! Söylediklerimize Allah şahittir" diye cevap verdi
            29. Mûsâ bu süreyi doldurup ailesiyle birlikte yolda giderken Tûr tarafında bir ateş gördü; ailesine, "Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm" dedi.
            30. Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaçtan kendisine şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ! Muhakkak ki ben yalnızca âlemlerin rabbi olan Allah’ım.
            31. Asam yere bırak!" Mûsâ asayı yılan gibi kıvrılır görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Mûsâ! Beri gel, korkma, çünkü sen güvendesin.
            32. Şimdi elini koynuna sok; bir hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz çıkacaktır. Korkudan açılıp savrulan kollarını normal konuma getir. İşte bu ikisi Firavun ve adamlarına karşı göstereceğin, rabbin tarafından iki kesin delildir. Onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır"
            33. Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum!
            34. Kardeşim Hârûn benden daha açık ve düzgün konuşur. Onu da beni onaylayan bir yardımcı olarak yanımda gönder. Zira beni yalancılıkla itham etmelerinden endişe ediyorum."
            35. Allah buyurdu: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir güç vereceğiz ki, bu sayede sîze erişemeyecekler, mucizelerimizle siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz."
            36. Mûsâ onlara apaçık mucizelerimizle gelince, "Bu, olsa olsa düzmece bir sihirdir. Geçmişte atalarımız zamanında böyle bir şeyin olduğunu da duymadık" dediler,
            37. Mûsâ dedi ki: "Kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve bu ülkede sonunda kimin kalacağını en iyi bilen rabbimdir. Muhakkak ki zalimler kurtulamaz.
            38, Firavun, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum, Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Musa'nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi.
            39. Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyecekler! kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar.
            40. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!
            41. Böylece onları, halkı ateşe çağıran öncüler durumuna getirdik. Kıyamet gününde onlar yardım görmeyeceklerdir.
            42. Bu dünyada onların peşine laneti taktık, kıyamet gününde de bunlar kınanmış kimselerden alacaklardır
            43. Muhakkak ki biz, önceki nesilleri yok ettikten sonra, düşünüp ders çıkarsınlar diye Musa'ya insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o kitabı verdik,
            44. Musa'ya emrimizi vah) ettiğimiz sırada sen (ey Muhammed, vadinin) batı tarafında bulunmuyordun ve olayın tanıklarından da değildin.
            45. Bilâkis (aranızda) biz nice nesiller meydana getirdik re onların ömrü nice yıllar sürdü. Sen âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin; aksine (bu bilgileri sana) gönderen biziz.
            46. Evet, Musa'ya seslendiğimiz zaman sen Tûr'un yanında değildin. Fakat senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için rabbinden bir rahmet olarak (sana da vahyettik); umulur ki düşünüp öğüt alırlar.
            47. Kendi iradeleriyle önceden yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiğinde, "Rabbimiz! Ah, ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uysak ve müminlerden olsaydık!" diyecek olmasalardı...
            48. Fakat onlara tarafımızdan o gerçek gelince, "Ona da Musa'ya verilenin benzeri verilmeli değil miydi?"dediler. Peki daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler iniydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve eklemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz."
            76. Karun Musa'nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara zulmetmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: "Sakın şımarma! Bu ki Allah şımarıkları sevmez.



            Ankebut 39
            39. Karun, Firavun ve Hâmân'ın akıbeti de aynı oldu. Gerçekte Mûsâ onlara açık seçik kanıtlar getirmişti; ama onlar yeryüzünde ululuk tasladılar. Oysa kaçıp kurtulmaya güçleri bile yoktu.
            Secde 23-25
23. Andolsun biz Musa'ya kitabı vermiştik; senin de ona kavuşacağından şüphen olmasın ve biz onu İsrâiloğulları için kılavuz yapmıştık.
24. Sabredip âyetlerimize kesin olarak iman ettikleri zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yolu gösteren rehberler tayin etmiştik.
25. Muhakkak ki rabbin, ihtilâf edip durdukları hususlarda kıyamet günü onların arasında hükmünü verecektir.




            Ahzab 7, 69
7. Hani bütün peygamberlerden; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sadakat sözü almıştık, onlardan ağır sorumluluk taşıyan bir söz almıştık,
69. Ey îman edenler! Musa'yı incitenler gibi olmayınız. Allah onun, hakkında söylediklerinden uzak, tertemiz biri olduğunu ortaya koymuştu. Gerçekten o, Allah katında itibarlı idi.



            Saffat 114-122
            114. Mûsâ ve Harun'a da lütuflarda bulunmuştuk.
            115. Onları ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık.
            116. Onlara yardım ettik ve bu sayede galip çıkanlar onlar oldu.
            117. O ikisine açık seçik anlaşılabilen kitabı verdik.
            118. Onları doğru yola ilettik.
            119-120. Ve onların hakkında. "Mûsâ ve Harun'a selâm olsun!" ifadesini sonradan gelen kuşaklar arasında devam ettirdik.
            121. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.
            122. Çünkü ikisi de bizim mümin kullar muzdandı.

           


            Mümin 23-54
            23-24. Ândolsun biz Musa'yı ayetlerimizle re apaçık bir kanıtla Firavun, Hâman ve Karun'a gönderdik; ama onlar, "O bir yalana, bir sihirbaz!" dediler,
            25. Mûsâ, katımızdan verilmiş hakikati getirdiğinde, "Onunla birlikte olan inanmış kişilerin oğullarını öldürün, kızlarını diri bırakın!" dediler. Oysa inkarcıların tuzağı hep boşa çıkmıştır.
            26. Firavun, "Bırakın bent de şu Musa'yı öldüreyim! Tanrısına yakarsın bakalım (kurtulabilecek mi)! Çünkü onun, dininizi değiştirmesinden yahut ülkede huzursuzluk çıkaracağından kaygı duyuyorum" dedi.
            27. Mûsâ ise, "Hesap gününe inanmayan her kibirli kişinin şerrinden, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım!" dedi.
            28. Firavun ailesinden olup imanını saklayan bir mümin kişi şöyle dedi: "Adamı, 'Rabbim Allah'tır' dediği için öldürecek misiniz! Oysa o size Rabbinizden âyetler getirmiştir. Eğer yalancı biriyse yalanı kendi zararınadır; ama eğer doğru söylüyorsa size bildirip uyardığı şeyin bir kısmı başınıza gelecektir. Hiç kuşku yok ki Allah, aşırılığa sapmış, yalancı kimseyi doğru yola ulaştırmaz,
            29. Ey benim kavmim! Bugün ülkede hakimiyeti elinde bulunduran bir toplum olarak hükümranlık sizindir. Ama eğer Allah'ın cezası başımıza gelirse ona karşı bize kim yardım edebilir!" Firavun ise, "Ben sadece kendi gördüğümü size gösteriyorum ve sizi yalnızca doğru yola yönlendiriyorum" dedi.
            30. İnanan kişi de şöyle dedi: "Ey kavmim! Doğrusu vaktiyle (peygamberlerine karşı) gruplar oluşturmuş eski toplulukların yaşadıkları felaketlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum:
            31. Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonrakilerin duruma gibi. Allah asla kulları için zulmü istemez.
            32. Ey Kavmim! Sizin hakkınızda, insanların çığlıklar atacağı günden korkuyorum.
            33. Öyle bir gün ki, arkanızı dönüp kaçarsınız ama sizi Allah'tan kurtaracak hiçbir güç bulamazsınız! Allah kimi şaşırtırsa artık onu doğru yola yönlendirebilecek bir güç yoktur.
            34. Daha önce Yûsuf da size açık kanıtlar getirmişti; ama siz onun getirdikleri hakkında da hep kuşku içinde oldunuz. Nihayet o vefat edince 'Artık Allah ondan sonra kesinlikle hiçbir elçi göndermeyecek' dediniz. Aşırılığa sapmış, kuşkulara boğulmuş kişiyi Allah işte böyle şaşırtır.
            35. Onlar, kendilerine ulaşmış kesin bir kanıt olmadan Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaya girişirler. Bu tutum, gerek Allah yanında gerekse inananlar yanında büyük bir nefrete sebep olur. Allah, kendini beğenmiş her zorbanın kalbini işte böyle mühürler."
            36-37. Firavun, "Ey Hâman. dedi, bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Musa'nın ilâhını görebilirim! Doğrusu onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum." İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun'a güzel gösterildi ve doğru yolu bulması engellendi. Firavun'un tuzağı hüsrandan başka bir sonuç doğurmadı.
            38. Mümin kişi sözlerine şöyle devam etti: "Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.
            39. Ey kavmim! Bu dünya hayatı bir sürelik yaranmadan ibarettir; âhirete gelince işte o ebedîlik yurdudur.
            40. Kim bir kötülük yapmışsa sadece o kötülüğünün miktarınca ceza görecektir; kim de -erkek olsun kadın olsun- inanmış bir kişi olarak iyi ve yararlı iş yapmışsa işte böyleleri de cennete girecekler, orada kendilerine hesapsız nimetler verilecektir.
            41. Ey kavmim! Nedir bu hal! Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz!
            42. Siz bana Allah'ı inkâr etmem, hiçbir bilgiye sahip olmadığım şeyleri O'na ortak koşmam için çağrıda bulunuyorsunuz; ben ise sizi izzet sahibi, çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum,
            43. Gerçek şu ki siz beni, bu dünyada da öteki dünyada da çağırılmaya değer olmayan bir şeye davet ediyorsunuz. Kuşku yok ki dönüşümüz Allah'adır ve hakikat çizgisinden sapanlar cehennem ehlidirler.
            44. Size söylediklerimi yakında hatırlayıp anlayacaksınız. Ben durumumu Allah'a havale ediyorum; kuşkusuz Allah kullarım çok iyi görmektedir."
            45. Nihayet Allah, onların kurdukları kötü tuzaklardan bu kişiyi korudu; Firavun ailesini ise şiddetli bir azap kuşatıp yok etti.
            46. Bu azap, onların sabah akşam sokulacakları ateştir. Kıyamet koptuğunda, "Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın!" denilecek.
            47. Ateşin içinde birbirleriyle çekişirken zayıfları, büyüklük taslamış olanlara, "Vaktiyle biz size uymuştuk, şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz?" dediklerinde;
            48. Büyüklük taslayanlar şöyle cevap verirler: "Doğrusu hepimiz onun içindeyiz; artık Allah, kulları arasında hükmünü vermiştir."
            49. Ateşte bulunanlar cehennemdeki görevlilere, "Rabbinize dua edin de bir günlüğüne olsun azabımızı hafifletsin!" diye seslenirler.
            50. Görevliler, "Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmemiş miydi?” diye sorarlar. "Evet, getirmişti" cevabını verirler. O zaman görevliler, "Yalvarın durun şimdi; ama inkarcıların yalvarmaları boşunadır" derler.
            51. Elbette biz, hem dünya hayatında hem de şahitlerin hazır bulunacağı günde elçilerimize ve inanmış kişilere yardım ederiz.
            52. 0 gün zalimlere mazeretlerinin hiçbir faydası olmaz. Onlar için sadece rahmetten kovul-muşluk vardır ve onlar için kalınacak yerin en kötüsü vardır
            53-54. Andolsun biz Musa'ya hidâyet vermiş; akıl iz'an sahipleri için bir yol gösterici ve hatırlatın olmak üzere İsrâiloğulları'nı da kitaba mirasçı kılmıştık,



            Fussilet 45
            45. Biz, vaktiyle Musa'ya Kitab'ı indirmiştik ama onda da ihtilâfa düşülmüştü. Eğer Rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz olmasaydı haklarında hüküm kesinleşmişti bile. Onun hakkında gerçekten koyu bir kuşku içindedirler.




            Şura 13
            13, O, Nuh'a buyurduklarını, sana vahyettiklerimizi, İbrahim'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya buyurduklarımızı size din kıldı ki o dini ayakta tutasınız,o konuda tefrikaya düşmeyesiniz. Kendilerini davet ettiğin bu din müşriklere ağır geldi, Allah {dini tebliğ için) dilediğini seçer ve kendisine yöneleni doğruya iletir.




            Zuhruf 46-56
            45. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor bakalım, "Rahmân'dan başka tapılacak ilâhlar belirlemiş miyiz?"
            46. Musa'yı, mucizelerimizle destekleyerek Firavun ve çevresine gönderdik. (Onlara) "Ben âlemlerin rabbinin elçisiyim" dedi.
            47. Onlara mucizelerimizi gösterince bunlara gülüverdiler.
            48. Oysa kendilerine gösterdiğimiz her mucize bir diğerinden daha büyüktü. Belki yanlış yoldan dönerler diye kendilerini felâketlerle sarstık.
            49. Bunun üzerine şöyle dediler: "Ey büyücü! Rabbinin seninle sözleşmesine uygun olarak bize dua et, artık biz doğru yola döneceğiz"
            50. (Dua sebebiyle) onların başından felaketi uzaklaştırınca bir de bakıyorsun sözlerinden dönüveriyorlar.
            51-53. Firavun kavmine seslenerek şöyle dedi: "Ey milletim! Mısır'ın mülkiyeti benim değil mi? Şu ırmaklar ayaklarımın altında akmıyor mu? Bunları görmüyor musunuz? Ayrıca ben bu değersiz, neredeyse söylediğini anlatmaktan âciz adamdan daha iyi değil miyim? (O bir kral peygamber ise) kendisine altın bilezikler îndirilse yahut dizi dizi melekler onunla birlikte gelseler ya!"
            54. Firavun bu konuşmalarla halkının aklını çeldi, hemen ona boyun eğdiler; onlar yoldan çıkmış bir topluluk idî.
            55. Bizi öfkelendirince onlara hak ettikleri cezayı verdik ve hepsini suya gömdük.
            56. Onları, arkadan gelecek diğerlerinin geçmişi ve ibretlik örneği kıldık
            Duhan 17-29
            17-21. Onlardan önce Firavun'un kavmini de imtihan ettik ve onlara, şunu söyleyen değerli bir elçi geldi: "Allah'ın kulları! Bana istediğimi verin, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a başkaldırmayın. Kuşkusuz size, söylediklerimi kanıtlayacak açık bir delil sunacağım. Beni taşa tutmanıza karşı Allah'a sığınırım. Eğer bana inanmazsanız bari yolumdan çekilin.
            22. Sonuç alamayınca rabbine, "Bunlar günaha batmış bir topluluk!" diye arzuhal etti.
            23-24. Rabbi şöyle buyurdu: "Kullarımı gece harekete geçir; kuşkusuz peşinize düşülecektir. Denizde açılan yolu olduğu gibi bırak, onlar boğulmaya mahkûm bir ordudur.
            25-27. Geride nice bahçeler, su kaynaklan, ekili ürünler ve iyi bir konum, vaktiyle içinde yüzdükleri refah bıraktılar!
            28. İşte böyle oldu. Biz de bunları başka bir topluluğa miras olarak verdik.
            29. Onlar için ne gök ağladı ne de yer. Kendilerine aman da verilmedi.




            Ahkaf 12, 30
            12. Oysa bundan önce de bir rehber ve rahmet olarak Musa'nın kitabı gelmişti. Bu ise önceki kitapları onaylayan, haksızları uyarmak için ve iyi yolda olanlara müjde olarak Arap diliyle gelmiş bir kitaptır.
            30. Dediler ki: Ey kavmimiz!. Muhakkak ki, kendisinden önce olanları tasdik edici olarak Musa'dan sonra nâzîl olmuş hakka ve dosdoğru bir yola rehberlik ediyor.





            Zariyat 38-40
            38. Musa'da da (ibretler var). Onu apaçık delilerle Firavun'a gön­dermiştik.
            39. Firavun saltanatı sebebiyle karşı çıkmış ve "O ya bir sihirbaz veya bir mecnundur" demişti.
            40. Sonunda onu da askerlerini de yakalayıp denize attık; o sırada kendini kınayıp duruyordu.


                       


            Necm 36 
36- Yoksa Musa'ya indirilen kutsal sayfaların içeriğinden haberi olmadı mı?





            Saf 5
            5. Hani Mûsâ kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Size Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğumu gayet iyi bildiğiniz halde ne diye beni üzüyorsu­nuz?" Onlar eğrilik yapınca Allah da kalplerini eğriltti. Allah günaha sapla­nanları doğruya eriştirmez.



            Mümezzil 15-16  
            15. Doğrusu Fira­vun’a bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda tanık olacak bir peygamber gönderdik.
            16. Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır bir şe­kilde cezalandırmıştık.





            Naziat 15-25


15. Sana Musa'nın haberi geldi mi?
16. Rabbi ona kutsal vadi Tuvâ'da şöyle seslenmişti:
17. "Firavun'a git! O hakikaten azdı."
18. De ki: "Arınma­yı ister misin?
19. Seni rabbinin yoluna iletmemi? Böylece O'na saygılı dav­ranırsın."
20. Ve Musa ona en büyük mucizeyi gösterdi.
21. 0 ise hemen ya­lanladı ve karşı çıktı.
22. Sonra mücadele etmek üzere sırt çevirdi.
23. Derhal adamlarını toplayıp seslendi:
24. "Ben sizin en yüce rabbinizim!" dedi.
25. Al­lah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi.




Ala 18-19

18-19. Bunlar önceki kitaplarda, İbrahim ve Mu­sa'nın kitaplarında da vardır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder