Zü'l-karneyn «iki boynuz sahibi»
demektir ve bu kişi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Ona Zü'lkarneyn
(iki boynuzlu) denmesinin nedenleri de şudur:
a) O insanları Allah'a davet etmiştir. Onun sağ tarafına, (sağ boynuzuna)
vurulmuş, ölmüştür. Sonra Allah onu yeniden diriltmiş, tekrar insanları Allah'a
davet etmiştir. Bu sefer sol tarafına vurularak öldürülmüştür. Allah onu
tekrar göndermiş ve böylece iki boynuzlu lakabını almıştır. Ve yeryüzü onun
hakimiyetine verilmiştir.
b) Onun vaktinde iki nesil inkıraza uğradığı için kendisine «iki boynuzlu»
denmiştir.
c) Başındaki miğfer bakırdandı ve çift boynuzluydu (Bu Vehb bin Münebbih'ten
rivayet edilmiştir).
d) Başında iki örgü gibi iki boynuz vardı. Bunları kapatmak için ilk sarık
saran odur (Bu rivayet Ubey bin Ya'la'dan gelmiştir) .
e) Tacının iki boynuzu vardı.
f) O dünyanın iki boynuzunu, (yani doğusunu-batısını) gezdiği için bu ismi
almıştır (Bu merfu bir hadiste varid olmuştur).
g) İki saç örgüsü vardı. (Bunu Katade ve Yunus bin Ubeyd rivayet etmiştir).
ğ) Kendisine Nur ve Zulmet musahhar kılınmıştır. Yola çıktığında önünde nur
(yani ışık), arkasında karanlık uzardı. Arkasından kimse kendisine yetişemez
ve önünden kimse kaçamazdı.
h) O, nur ile zulmetli yere girdi.
i) Uykusunda güneşe yükseldiğini ve güneşi iki boynuzundan tuttuğunu gördü.
j) Belki yiğitliğinden ötürü kendisine bu lâkab verilmiştir. Sanki
boynuzlarıyla diğer insanları toslardı. Nitekim Ezdeşir Behmen de «iki uzun
elli» lâkabını bu sebeple almıştır. Çünkü emri istediği noktaya kadar uzanırdı.
Bu görüşlerin
her birisine göre bir veya birkaç rivayet belirtilmekteyse de bunlar arasında
sahih denebilecekler hemen hemen pek azdır
Âlimler,
Zülkarneyn'in kim olduğu hususunda şu değişik görüşleri zikretmişlerdir:
Birinci Görüş:
O Yunanlı İskender (Filip'in oğlu) idi. Bunun delili şudur: Kur'ân, Zülkarneyn
adındaki o padişahın memleketinin, batının en uç noktasına kadar uzandığını
göstermektedir. Çünkü Hak Teâlâ, "Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca,
güneşi kara bir balçıkta batar buldu" buyurmuş
Tarih
kitaplarında mülkü böyle olarak şöhret bulmuş hükümdar ise, sadece
İskender'dir. Çünkü babası ölünce o, daha evvel kabileler halinde olan rumların
krallarını emri altında bir araya toplamış, sonra da batının krallarına hakim
otup onları emri altına almış. Böyle el-Bahru'l Ahdar'a dayandı. Sonra Mısır'a
dönüp, İskenderiye şehrini yaptı ve oraya kendi adını verdi. Daha sonra Şam'a
girdi ve İsrailoğullarına yöneldi. Derken Beyt-i Makdis'e geldi ve orada kurban
kesti. Sonra Ermenistan'a ve Bâbu'l-Ebvâb a yöneldi. Böylece Iraklılar, Kiptiler
ve Berberîler ona boyun eğdiler. Daha sonra Dara oğlu Dâra'ya yöneldi ve onu
defalarca yendi. Sonunda muhafız kıtası komutanı Dâra'yı öldürdü. Böylece
İskender, İranlıların mülküne de sahip oldu. Sonra Hindistan'a Çin e yöneldi,
uzak diyarlardaki milletlerle savaştı. Sonra Horasan'a döndü. Pek çok şehirler
yaptı. Irak'a geldi ve Şehrizûr'da hastalandı ve orada öldü.
Binâenaleyh
Zülkarneyn'in bütün dünyaya, yahut dünyanın tamamına yakın kısmına sahip olmuş
bir kral olduğu Kur'ân ile sabit olduğuna ve tarih ilmine göre de, bu vasıftaki
kral İskender olduğuna göre ayette Zülkarneyn diye bahsedilen bu şahıs ile,
Yunanlı Filip oğlu İskender'in kastedildiğini kesin olarak söylemek gerekir
Farslılar
şöyle iddia etmişlerdir: Büyük Dârâ, Filip'in kızıyla evlenmişti. Ona
yaklaşınca, onun kötü koktuğunu hissetti ve onu babası Filip'e geri gönderdi.
Kız ise, ondan İskender'e hâmile kalmıştı. Kız babasının yanına döndükten sonra
İskender'i doğurdu. Böylece İskender, Filip'in yanında kalmış oldu. Filip
aslında Büyük Dârâ'nın oğlu olan İskender'i kendisinin oğlu diye takdim
etti. O halde iskender iki farklı
asıldan, yani Rum ve Fars asıllarından doğmuş bir çocuktur."
Alusi,
Fahreddin Razî, Îbn'ul-Kesir, İmam Fahreddin
Razi ve birçok müfessir Zü'l-karneyn'in Makedonyalı İskender olduğu fikrine
meyyaldirler
Fakat bu
görüşte kuvvetli bir şüphe vardır: Makedonyalı İskender Aristo'nun
talebesidir. Aristo Atina'da bulunuyordu. Babası onu Aristo'ya teslim etti. O
beş sene Aristo'nun yanında kaldı. Felsefeyi ondan öğrendi ve felsefede mahir
bir insan olarak ortaya çıktı ve Aristo'nun ekolü üzerindeydi. Bu nedenle
Cenab-i Hakk onu Kur'an'da tazim etmesi Aristo'nun ekolünün hak olmasını
gerektirir. Oysa bu mezhebin hak olmasına imkân yoktur.
İskender'in
mümin değil, bâtıl inançlara sahip bir kimse ve puta tapan bir milletin
hükümdarı olduğu bilinmektedir. Halbuki kıssadan anlaşıldığına göre Zülkarneyn
mümin ve sâlih bir kuldu. Kısacası Zülkarneyn'in özelliklen Büyük İskender'e
uymamaktadır.
Müfessir
Elmalılı Hamdi Efendi, Makedonyalı İskender olmadığını, onun Sad bin Rayiş
olduğunu kaydetmektedir.
Bir
görüşe göre de Zülkarneyn Akkad Kralı Naram-Sin'dir. 2230-2174 yıllan arasında
elli altı yıl veya 2254-2218 yılları arasında otuz yedi yıl hüküm sürmüş,
imparatorluğun sınırlarını dört yönde genişleterek Mezopotamya, İran'ın batı
kısımları (Hûzistan), Arabistan'ın kuzey yarısı (veya tamamı), Mısır, Filistin,
Lübnan, Suriye, Güney ve Güneydoğu Anadolu, Kıbrıs ve Bahreyn'i fethetmiştir.
Naram-Sin'in çok uzun müddet hüküm sürmesi, pek çok ülkeyi fethetmesi yanında
diğer bir önemli özelliği de putperest mâbedleri yıkarak tanrı heykellerini
parçalamasıdır. Bu da, Zülkarneyn'in Kur'an'da belirtilen tevhid inancına sahip
biri olma özelliğine uymaktadır
Zülkarneyn'in
çağı hakkında da görüş ayrılığı vardır. Kimisi Musa'dan sonra derken, kimisi
İsa'dan sonraki fetret döneminde yaşamıştır, der. İbrahim ve İsmail döneminde
olduğu da söylenmiştir.
Vehb
b. Münebbih dedi ki: Zülkarneyn, Rumlardan birisi olup, Rum yaşlı kadınlarından
birisinin oğlu idi. Bu kadının ondan başka da çocuğu yoktu. Adı, İskender'di.
Ergenlik yaşına geldiğinde -salih bir kul idi- Yüce Allah ona: Ey Zülkarneyn
dedi.
Ey Zülkarneyn! Biz inandık
Rabbimize! Biz teslim olduk onun emirlerine. Ama bizim imanlarımızı tehdit
eden, bizim Allah’a kulluğumuzu engelleyen Ye’cuc ve Me'cüc isimli iki toplum
var. Onlar bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasında bir set yapman için
sana bir vergi verelim mi? Bu iş karşılığında sana haraç versek de bizi
onlardan kurtarsan dediler.
Rabbimin bana verdikleri sizin bana vereceklerinizden
daha hayırlıdır. Ben bu yapacağım işi Allah adına yapıyorum. Sizin paralarınıza
ve maddî yardımlarınıza da ihtiyacım yoktur. Allah zaten bunun için beni
yeryüzünde hâkim konuma getirdi. Ben sizin bu konuda paranızı pulunuzu
istemiyorum, ben yapacağımı kendi gücüm nispetinde yapmakla mükellefim.
Ve
hemen Zülkarneyn işe koyuldu. Bana demir kütleleri getirin dedi. İki dağın
arasını demir kütleleriyle doldurunca da körükleri çalıştırın dedi. Körükle
demir kor haline gelince de bana erimiş bakır getirin ki onu bu demir
kütlelerinin üzerine dökeyim dedi
Öyle bir sed
yapıyor ki Ye'cuc ve Me'cüc’e karşı herkesi âciz bırakacak bir seddi bu. Demir
kütleleri eritiyor sonra da daha sağlam olsun diye bugünün tekniğini bile
şaşırtacak biçimde onun üzerine erimiş bakır döküyor. Kütleleri demir, harcı da
bakır eriyiği bir sed. Artık bu Ye'cuc ve Me'cüc onu ne aşabildiler ne de ondan
bir delik delebildiler. Artık orada düzen bozanlar düzen bozmaya imkân bulamıyorlardı.
Uğraşacaklar, didinecekler ama artık Zülkarneyn (a.s)’ın seddini aşmaya imkân
bulamayacaklardı. Yâni artık bu insanların düzenini bozamayacaklardı. Bunu
kıyâmet alâmetlerinden sayanlar olmuş. Öyle bir zaman gelecek ki tıpkı
barajların sedlerinin yıkılıp da muhteşem suların akması gibi bu sed de
yıkılacak ve bu Ye'cuc ve Me'cüc yeryüzüne dağılacaktır deniyor
Peki acaba bu set nerededir? Bu set; düzen bozanlarla,
düzenleri bozulanların arasındadır. Kur’an bize böyle anlatıyor, nerede olduğunu
söylemiyor.
Yecuc ile Mecuc, Hz. Nuh'un oğlu
Yafes'in soyundan gelen iki kabiledir Abdurrezzak'tan gelen rivayete göre
Yecuc ve Mecuc'dan 22 kabile meydana gelmiştir. Zü'l-karneyn bu şeddi yaparken
21 kabile içerdeydi. Diğer kabile ise savaşmak üzere çıkmıştı. Onlar surun
dışında kaldılar ve böylece onlara «Türk» ismi verildi.
Onlar artık o
şeddin üzerine çıkmaya güç yetiremediler. Çünkü sed gayet yüksek ve kaygandı.
Bazıları «Şeddin yüksekliği 200 zira' idi», bazıları da « 800 zira' idi»
demişlerdir. Onlar çok katı ve kalın olduğundan dolayı şeddi delmeye de güç
yetiremediler. Çünkü şeddin genişliği 50 zira' idi. Temelleri suya dayanmaktaydı.
Orada taş ve eritilmiş bakır kullanılmıştı. O demir kütleleri toprağı
sağlamlaştırmak için getirildi. Üzerlerine, eritilmiş bakır dökülmesi onları
ateş haline getirdi. Bu şeddin uzunluğu 100 fersahtı. Böyle bir şeddin
amelelerin çalışmasıyla meydana getirilmesi çok zordur. Ancak ilâhî bir emirle,
bir mucize ile meydana getirilmiştir. Zira ateş gibi kızgın demirlerin
yakınında insanların durması mümkün değildir. Bu, onların demiri ateş haline
getirecek kadar teknik imkânlara sahip olduklarını da göstermektedir. Bunların
yapılması Zü'l-karneyn'e verilen birtakım yeteneklerle meydana gelmişti. Belki
de bugün hiç kimsenin bilmediği bir şeyle meydana getirilmişti.
Büyük müfessir
Elmalılı, sed ile Yecuc-Mecuc hakkında özet olarak şunları söyler:
«Bazılarına göre sed «Çin seddi»dir.
Yecuc ve Mecuc'dan maksat da Moğollar ve Tatarlardır. Ancak
tarihçilerin verdiği bilgiye göre Çin Seddi'ni Zülkarneyn değil Çinliler
yaptırmışlardır. Zülkarneyn'in ulaştığı bu iki dağ eğer doğuda ise bunların
Tanrı dağları ile Altaylar, şeddin de bu iki dağ arasında, Çin Seddi'nden çok
daha önce yapılmış fakat zamanla yıkılmış bir set olması gerekir.
Hintli
âlimlerden M. Enver Keşmîrî, Ruslar'ın Ye'cûc, İngiliz ve Almanlar'ın da Me'cûc
soyundan geldiklerini; bunların tarihte birçok defa çıkış yapıp yeryüzünde
fesat çıkardıklarını, son çıkışlarının ise kıyamet alâmetlerinden olacağını ileri
sürmüştür.
Birçok tefsirci
ise Hunlar'ın, Moğollar'ın ve Timurlular'ın akınlarını ve savaşlarını göz
önünde bulundurarak Ye'cûc ve Me'cüc'ün Moğollar ve Tatarlar olduğunu
söylemişlerdir. Hatta Türkler'in cengâverliğine bakarak bunların Türkler olduğunu
ileri sürenler bile olmuşsa da Türkler'in asırlarca İslâm'ın bayraktarlığını
yaptıkları, Kur'an'ın değerlerini kıtalara yaydıkları dikkate alındığında,
tamamen yıkıcı topluluklar olan Ye'cûc ve Me'cûc hakkında söylenenlerin
Türkler'e yakıştırılması mümkün değildir. Hatta Moğollar'ın ve Tatarlar'ın
torunlarının da müslüman olup asırlarca İslâm'a hizmet ettikleri göz önüne
alındığında bunların Ye'cûc ve Me'cûc oldukları iddiası bir yakıştırmadan öteye
gitmez.
Tirmiz şehrinin
yakınında bir sed keşfedilmiştir. Bu, Demirkapı diye bilinmektedir. M. 5.
yüzyılın başlarında bir Alman alimi bu hususu kitabında tescil etmiştir. Bunu
bir İspanyol tarihçi M. 1403 tarihli seyahatnamesinde zikretmektedir.
«Demirkapı şehrinin şeddi Semerkand ve Hindistan yolu üzerindedir» demektedir.
Bu Zü'l-karneyn'in yaptığı sed de olabilir. Ben (Seyyid Kutub) derim ki:
Bazıları bunun Çin'in büyük şeddi olduğunu söylüyorlar. Çin'i ziyaret eden
muasırlarıından birisi, bana Çinliler'in kendisine söylediğine göre, hâlâ
Çin'de Yecuc ve Mecuc ismiyle bilinen kabileler varmış».
Ye'cuc
ve Me'cuc, Kafkas dağlarının ardında Doğuda yerleşmiş Talar İskît
kabilelerindendir. İnşa ettiği sed ise, Hazar denizinin balı yakasında yer
alan Derbend şehrine yakın Derbend seddi diye bilinen yerdir.
Vîladi
Kuyuköz ve Tiflis şehirleri arasında yer alan Kafkas dağlarından birisinin iki
tarafında, adlarından birisi olan Kurs boğazı ismiyle tanınan yerdeki seddir.
Bu sed hâlâ mevcut olup demir ve bakır karışımıdır. Ye'cuc ve Me'cuc ise Moğol kabilelerinden
olup, yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlardı. Kurs seddi de onları engellemek
için bina edilmiştir.
Deneyler
neticesinde anlaşılmıştır ki bakırdan bir miktarı demire eklemek demirin
mukavemet ve dayanıklılığını kat be kat artırır. İşte Cenab-ı Hak, Zü'l-karneyn'i
buna hidayet etmiş ve ebedi kitabında bunu tescil etmiştir. Bu beşer
teknolojisi henüz meydanda yokken olmuş bir hadisedir.
Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah buyurmuştur ki, "Ye'cûc ve
Me'cûc her gün şeddi delmeye çalışırlar. Tam delip de güneş ışınlarını görecekleri
sırada başlarında bulunan kişi, 'Haydi gidin yarın delersiniz' der. Fakat
ertesi gün döndüklerinde şeddin eskisinden daha sağlam hale gelmiş olduğunu
görürler. Nihayet müddetleri dolup da Allah onları insanların üzerine salmayı
dilediği zaman başlarında bulunan adam, 'Haydi gidin inşallah yarın
delersiniz' der. "İnşallah" dediği için döndüklerinde seddî, bir
önceki gün bıraktıkları biçimde bulurlar. Seddi delerler ve insanların
karşısına çıkarlar; suları İçerek kuruturlar, insanlar onlardan kaçıp
kalelerine sığınırlar. Bunun üzerine onlar oklarını göğe atarlar. Attıkları
oklar kana bulanmış olarak yere düşer. Daha sonra onlar, 'Yerde olardan ezdik,
gökte olanları yendik' derler. Fakat Allah onların kafalarının içine bir kurt
musallat eder, kurt onları öldürür
Konuyla
ilgili ayetler
Kehf 83-98
83. Sana
Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size onunla ilgili bir parça
okuyacağım."
84. Gerçekten
biz onu yeryüzünde iktidar sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir
yol öğrettik.
85. 0 da bîr
yol tutup gitti.
86. Nihayet
güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Orada bir
kavme rastladı. Bunun üzerine biz, "Ey Zülkarneyn! Onları ya
cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin" dedik.
87. 0, şöyle
dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, rabbine gönderilecek;
Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.
88. İman edip
iyi işler yapan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve
ona işimizden kolay olanını buyuracağız."
89. Sonra
yine bir yol tutup gitti.
90. Nihayet
güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar
için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
91. İşte
böyle! Onun yanında bulunan her şeyden haberdardık.
92. Sonra
yine bir yol tuttu.
93. Nihayet
iki dağ arasına ulaştığında bunların ötesinde nerede ise hiçbir sözü anlamayan
bir kavim buldu.
94, Dediler
ki: "Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk
yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir bedel
ödeyelim mi?"
95.
Zülkarneyn şöyle cevap verdi: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve
kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar
arasına aşılmaz bir engel yapayım.
96. Bana,
demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye
getirince (vadiyi demirle doldurunca) "körükleyin!" dedi. Artık onu
kor haline getirdiği vakit, "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır
dökeyim" dedi.
97. Artık onu
ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler,
98.
Zülkarneyn, "Bu, rabbimden bir rahmettir. Fakat rabbimin vaadi gelince O,
bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır" de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder