24 Ocak 2017 Salı

HZ ZULKARNEYN

Zü'l-karneyn «iki boynuz sahibi» demektir ve bu kişi hakkın­da çeşitli rivayetler vardır. Ona Zü'lkarneyn (iki boynuzlu) denmesinin nedenleri de şudur:

a) O insanları Allah'a davet etmiştir. Onun sağ tarafına, (sağ boynuzuna) vurulmuş, ölmüştür. Sonra Allah onu yeniden diriltmiş, tekrar insanları Allah'a davet etmiştir. Bu sefer sol ta­rafına vurularak öldürülmüştür. Allah onu tekrar göndermiş ve böylece iki boynuzlu lakabını almıştır. Ve yeryüzü onun hakimi­yetine verilmiştir.
b) Onun vaktinde iki nesil inkıraza uğradığı için kendisine «iki boynuzlu» denmiştir.
c) Başındaki miğfer bakırdandı ve çift boynuzluydu (Bu Vehb bin Münebbih'ten rivayet edilmiştir).
d) Başında iki örgü gibi iki boynuz vardı. Bunları kapat­mak için ilk sarık saran odur (Bu rivayet Ubey bin Ya'la'dan gel­miştir) .
e) Tacının iki boynuzu vardı.
f) O dünyanın iki boynuzunu, (yani doğusunu-batısını) gez­diği için bu ismi almıştır (Bu merfu bir hadiste varid olmuş­tur).
g) İki saç örgüsü vardı. (Bunu Katade ve Yunus bin Ubeyd rivayet etmiştir).
ğ) Kendisine Nur ve Zulmet musahhar kılınmıştır. Yola çıktığında önünde nur (yani ışık), arkasında karanlık uzardı. Ar­kasından kimse kendisine yetişemez ve önünden kimse kaçamaz­dı.
h) O, nur ile zulmetli yere girdi.
i) Uykusunda güneşe yükseldiğini ve güneşi iki boynuzun­dan tuttuğunu gördü.
j) Belki yiğitliğinden ötürü kendisine bu lâkab verilmiştir. Sanki boynuzlarıyla diğer insanları toslardı. Nitekim Ezdeşir Behmen de «iki uzun elli» lâkabını bu sebeple almıştır. Çünkü emri istediği noktaya kadar uzanırdı.

Bu görüşlerin her birisine göre bir veya birkaç rivayet be­lirtilmekteyse de bunlar arasında sahih denebilecekler hemen hemen pek azdır

Âlimler, Zülkarneyn'in kim olduğu hususunda şu değişik görüşleri zikretmişlerdir:

Birinci Görüş: O Yunanlı İskender (Filip'in oğlu) idi. Bunun delili şudur: Kur'ân, Zülkarneyn adındaki o padişahın memleketinin, batının en uç noktasına kadar uzandığını göstermektedir. Çünkü Hak Teâlâ, "Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, güneşi kara bir balçıkta batar buldu" buyurmuş

Tarih kitaplarında mülkü böyle olarak şöhret bulmuş hükümdar ise, sadece İskender'dir. Çünkü babası ölünce o, daha evvel kabileler halinde olan rumların krallarını emri altında bir araya toplamış, sonra da batının krallarına hakim otup onları emri altına almış. Böyle el-Bahru'l Ahdar'a dayandı. Sonra Mısır'a dönüp, İskenderiye şehrini yaptı ve oraya kendi adını verdi. Daha sonra Şam'a girdi ve İsrailoğullarına yöneldi. Derken Beyt-i Makdis'e geldi ve orada kurban kesti. Sonra Ermenistan'a ve Bâbu'l-Ebvâb a yöneldi. Böylece Iraklılar, Kiptiler ve Berberîler ona boyun eğdiler. Daha sonra Dara oğlu Dâra'ya yöneldi ve onu defalarca yendi. Sonunda muhafız kıtası komutanı Dâra'yı öldürdü. Böylece İskender, İranlıların mülküne de sahip oldu. Sonra Hindistan'a Çin e yöneldi, uzak diyarlardaki milletlerle savaştı. Sonra Horasan'a döndü. Pek çok şehirler yaptı. Irak'a geldi ve Şehrizûr'da hastalandı ve orada öldü.
Binâenaleyh Zülkarneyn'in bütün dünyaya, yahut dünyanın tamamına yakın kısmına sahip olmuş bir kral olduğu Kur'ân ile sabit olduğuna ve tarih ilmine göre de, bu vasıftaki kral İskender olduğuna göre ayette Zülkarneyn diye bahsedilen bu şahıs ile, Yunanlı Filip oğlu İskender'in kastedildiğini kesin olarak söylemek gerekir
Farslılar şöyle iddia etmişlerdir: Büyük Dârâ, Filip'in kızıyla evlenmişti. Ona yaklaşınca, onun kötü koktuğunu hissetti ve onu babası Filip'e geri gönderdi. Kız ise, ondan İskender'e hâmile kalmıştı. Kız babasının yanına döndükten sonra İskender'i doğurdu. Böylece İskender, Filip'in yanında kalmış oldu. Filip aslında Büyük Dârâ'nın oğlu olan İskender'i kendisinin oğlu diye takdim etti.  O halde iskender iki farklı asıldan, yani Rum ve Fars asıllarından doğmuş bir çocuktur."
Alusi, Fahreddin Razî, Îbn'ul-Kesir, İmam Fahreddin Razi ve birçok müfessir Zü'l-karneyn'in Ma­kedonyalı İskender olduğu fikrine meyyaldirler
Fakat bu görüşte kuvvetli bir şüphe vardır: Makedonyalı İs­kender Aristo'nun talebesidir. Aristo Atina'da bulunuyordu. Ba­bası onu Aristo'ya teslim etti. O beş sene Aristo'nun yanında kal­dı. Felsefeyi ondan öğrendi ve felsefede mahir bir insan olarak ortaya çıktı ve Aristo'nun ekolü üzerindeydi. Bu nedenle Cenab-i Hakk onu Kur'an'da tazim etmesi Aristo'nun ekolünün hak olmasını gerektirir. Oysa bu mezhebin hak olmasına imkân yok­tur.

İskender'in mümin değil, bâtıl inançlara sahip bir kimse ve puta tapan bir milletin hükümdarı olduğu bilinmektedir. Halbuki kıs­sadan anlaşıldığına göre Zülkarneyn mümin ve sâlih bir kuldu. Kısacası Zülkar­neyn'in özelliklen Büyük İskender'e uymamaktadır.

Müfessir Elmalılı Hamdi Efendi, Makedonyalı İskender olmadığını, onun Sad bin Rayiş olduğunu kaydetmektedir.

Bir görüşe göre de Zülkarneyn Akkad Kralı Naram-Sin'dir. 2230-2174 yıllan arasında elli altı yıl veya 2254-2218 yılları arasında otuz yedi yıl hüküm sürmüş, imparatorluğun sınırlarını dört yönde genişleterek Mezopotamya, İran'ın batı kısımları (Hûzistan), Arabistan'ın kuzey yarısı (veya tamamı), Mısır, Filistin, Lübnan, Suriye, Güney ve Güneydoğu Anadolu, Kıbrıs ve Bahreyn'i fethetmiştir. Naram-Sin'in çok uzun müddet hüküm sürmesi, pek çok ülkeyi fethetmesi yanında diğer bir önemli özelliği de putperest mâbedleri yıkarak tanrı heykellerini parçalamasıdır. Bu da, Zülkarneyn'in Kur'an'da belirtilen tevhid inancına sahip biri olma özelliğine uymaktadır

Zülkarneyn'in çağı hakkında da görüş ayrılığı vardır. Kimisi Musa'dan son­ra derken, kimisi İsa'dan sonraki fetret döneminde yaşamıştır, der. İbra­him ve İsmail döneminde olduğu da söylenmiştir.
Vehb b. Münebbih dedi ki: Zülkarneyn, Rumlardan birisi olup, Rum yaşlı kadınlarından birisinin oğlu idi. Bu kadının ondan başka da çocuğu yoktu. Adı, İskender'di. Ergenlik yaşına geldiğinde -salih bir kul idi- Yüce Allah ona: Ey Zülkarneyn dedi.
            Ey Zülkarneyn! Biz inandık Rabbimize! Biz teslim olduk onun emirlerine. Ama bizim imanlarımızı tehdit eden, bizim Allah’a kulluğumuzu engelleyen Ye’cuc ve Me'cüc isimli iki toplum var. Onlar bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim mi? Bu iş karşılığında sana haraç versek de bizi onlardan kurtarsan dediler.

Rabbimin bana verdikleri sizin bana vereceklerinizden daha hayırlıdır. Ben bu yapacağım işi Allah adına yapıyorum. Sizin paralarınıza ve maddî yardımlarınıza da ihtiyacım yoktur. Allah zaten bunun için beni yeryüzünde hâkim konuma getirdi. Ben sizin bu konuda paranızı pulunuzu istemiyorum, ben yapacağımı kendi gücüm nispetinde yapmakla mükellefim.

Ve hemen Zülkarneyn işe koyuldu. Bana demir kütleleri getirin dedi. İki dağın arasını demir kütleleriyle doldurunca da körükleri çalıştırın dedi. Körükle demir kor haline gelince de bana erimiş bakır getirin ki onu bu demir kütlelerinin üzerine dökeyim dedi
Öyle bir sed yapıyor ki Ye'cuc ve Me'cüc’e karşı herkesi âciz bırakacak bir seddi bu. Demir kütleleri eritiyor sonra da daha sağlam olsun diye bugünün tekniğini bile şaşırtacak biçimde onun üzerine erimiş bakır döküyor. Kütleleri demir, harcı da bakır eriyiği bir sed. Artık bu Ye'cuc ve Me'cüc onu ne aşabildiler ne de ondan bir delik delebildiler. Artık orada düzen bozanlar düzen bozmaya imkân bulamıyorlardı. Uğraşacaklar, didinecekler ama artık Zülkarneyn (a.s)’ın seddini aşmaya imkân bulamayacaklardı. Yâni artık bu insanların düzenini bozamayacaklardı. Bunu kıyâmet alâmetlerinden sayanlar olmuş. Öyle bir zaman gelecek ki tıpkı barajların sedlerinin yıkılıp da muhteşem suların akması gibi bu sed de yıkılacak ve bu Ye'cuc ve Me'cüc yeryüzüne dağılacaktır deniyor
Peki acaba bu set nerededir? Bu set; düzen bozanlarla, düzenleri bozulanların arasındadır. Kur’an bize böyle anlatıyor, nerede olduğunu söylemiyor.

Yecuc ile Mecuc, Hz. Nuh'un oğlu Yafes'in soyundan ge­len iki kabiledir Abdurrezzak'tan gelen rivayete göre Yecuc ve Mecuc'dan 22 kabile meydana gelmiştir. Zü'l-karneyn bu şeddi yaparken 21 ka­bile içerdeydi. Diğer kabile ise savaşmak üzere çıkmıştı. Onlar su­run dışında kaldılar ve böylece onlara «Türk» ismi verildi.
Onlar artık o şeddin üzerine çıkmaya güç yetiremediler. Çün­kü sed gayet yüksek ve kaygandı. Bazıları «Şeddin yüksekliği 200 zira' idi», bazıları da « 800 zira' idi» demişlerdir. Onlar çok katı ve kalın olduğundan dolayı şeddi delmeye de güç yetiremediler. Çünkü şeddin genişliği 50 zira' idi. Temelleri suya dayanmaktay­dı. Orada taş ve eritilmiş bakır kullanılmıştı. O demir kütleleri top­rağı sağlamlaştırmak için getirildi. Üzerlerine, eritilmiş bakır dö­külmesi onları ateş haline getirdi. Bu şeddin uzunluğu 100 fersah­tı. Böyle bir şeddin amelelerin çalışmasıyla meydana getirilmesi çok zordur. Ancak ilâhî bir emirle, bir mucize ile meydana getiril­miştir. Zira ateş gibi kızgın demirlerin yakınında insanların dur­ması mümkün değildir. Bu, onların demiri ateş haline getirecek kadar teknik imkânlara sahip olduklarını da göstermektedir. Bunların yapılması Zü'l-karneyn'e verilen birtakım yeteneklerle mey­dana gelmişti. Belki de bugün hiç kimsenin bilmediği bir şeyle meydana getirilmişti.

Büyük müfessir Elmalılı, sed ile Yecuc-Mecuc hakkında özet olarak şunları söyler:
«Bazılarına göre sed «Çin seddi»dir. Yecuc ve Mecuc'dan mak­sat da Moğollar ve Tatarlardır. Ancak tarihçilerin verdiği bilgiye göre Çin Seddi'ni Zülkarneyn değil Çinliler yaptırmışlardır. Zülkarneyn'in ulaştığı bu iki dağ eğer doğuda ise bunların Tanrı dağları ile Altaylar, şeddin de bu iki dağ arasında, Çin Seddi'nden çok daha önce yapılmış fakat zamanla yıkılmış bir set ol­ması gerekir.

Hintli âlimlerden M. Enver Keşmîrî, Ruslar'ın Ye'cûc, İngiliz ve Almanlar'ın da Me'cûc soyundan geldiklerini; bunların tarihte birçok defa çıkış yapıp yeryüzünde fesat çıkardıklarını, son çıkışlarının ise kıyamet alâmetlerinden olacağını ileri sürmüştür.  

Birçok tefsirci ise Hunlar'ın, Moğollar'ın ve Timurlular'ın akınlarını ve savaşlarını göz önünde bulundurarak Ye'cûc ve Me'cüc'ün Moğollar ve Tatarlar olduğunu söylemişlerdir. Hatta Türkler'in cengâverliğine bakarak bun­ların Türkler olduğunu ileri sürenler bile olmuşsa da Türkler'in asırlarca İslâm'ın bayraktarlığını yaptıkları, Kur'an'ın değerlerini kıtalara yaydık­ları dikkate alındığında, tamamen yıkıcı topluluklar olan Ye'cûc ve Me'cûc hakkın­da söylenenlerin Türkler'e yakıştırılması mümkün değildir. Hatta Moğollar'ın ve Tatarlar'ın torunlarının da müslüman olup asırlarca İslâm'a hizmet ettikleri göz önüne alındığında bunların Ye'cûc ve Me'cûc oldukları iddiası bir yakıştırmadan öteye gitmez.
Tirmiz şehrinin yakınında bir sed keşfedilmiştir. Bu, Demirkapı diye bilinmektedir. M. 5. yüzyılın başlarında bir Alman alimi bu hususu kitabında tescil etmiştir. Bunu bir İspanyol tarihçi M. 1403 tarihli seyahatnamesinde zikretmektedir. «Demirkapı şehri­nin şeddi Semerkand ve Hindistan yolu üzerindedir» demektedir. Bu Zü'l-karneyn'in yaptığı sed de olabilir. Ben (Seyyid Kutub) de­rim ki: Bazıları bunun Çin'in büyük şeddi olduğunu söylüyorlar. Çin'i ziyaret eden muasırlarıından birisi, bana Çinliler'in kendisi­ne söylediğine göre, hâlâ Çin'de Yecuc ve Mecuc ismiyle bilinen kabileler varmış».

Ye'cuc ve Me'cuc, Kafkas dağlarının ar­dında Doğuda yerleşmiş Talar İskît kabilelerindendir. İnşa ettiği sed ise, Hazar denizi­nin balı yakasında yer alan Derbend şehrine yakın Derbend seddi diye bilinen yerdir.
Vîladi Kuyuköz ve Tiflis şehirleri arasında yer alan Kafkas dağlarından birisinin iki tarafında, adlarından birisi olan Kurs boğazı ismiyle tanınan yerdeki seddir. Bu sed hâlâ mevcut olup demir ve bakır karışımıdır. Ye'cuc ve Me'cuc ise Moğol kabilelerinden olup, yeryüzünde boz­gunculuk yapıyorlardı. Kurs seddi de onları engellemek için bina edilmiştir.
Deneyler neti­cesinde anlaşılmıştır ki bakırdan bir miktarı demire eklemek de­mirin mukavemet ve dayanıklılığını kat be kat artırır. İşte Cenab-ı Hak, Zü'l-karneyn'i buna hidayet etmiş ve ebedi kitabında bunu tescil etmiştir. Bu beşer teknolojisi henüz meydanda yokken olmuş bir hadisedir.
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah buyurmuştur ki, "Ye'cûc ve Me'cûc her gün şeddi delmeye çalışırlar. Tam delip de güneş ışınlarını görecek­leri sırada başlarında bulunan kişi, 'Haydi gidin yarın delersiniz' der. Fakat ertesi gün döndüklerinde şeddin eskisinden daha sağlam hale gelmiş olduğunu görürler. Nihayet müddetleri dolup da Allah onları insanların üzerine salmayı dilediği za­man başlarında bulunan adam, 'Haydi gidin inşallah yarın delersiniz' der. "İnşal­lah" dediği için döndüklerinde seddî, bir önceki gün bıraktıkları biçimde bulurlar. Seddi delerler ve insanların karşısına çıkarlar; suları İçerek kuruturlar, insanlar on­lardan kaçıp kalelerine sığınırlar. Bunun üzerine onlar oklarını göğe atarlar. Attık­ları oklar kana bulanmış olarak yere düşer. Daha sonra onlar, 'Yerde olardan ezdik, gökte olanları yendik' derler. Fakat Allah onların kafalarının içine bir kurt musallat eder, kurt onları öldürür



Konuyla ilgili ayetler
Kehf  83-98
83. Sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: "Size onunla ilgi­li bir parça okuyacağım."
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir yol öğrettik.
85. 0 da bîr yol tutup gitti.
86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Orada bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, "Ey Zülkarneyn! Onla­rı ya cezalandıracak veya haklarında iyi davranma yolunu seçeceksin" dedik.
87. 0, şöyle dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, rabbine gönde­rilecek; Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.
88. İman edip iyi işler yapan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve ona işi­mizden kolay olanını buyuracağız."
89. Sonra yine bir yol tutup gitti.
90. Ni­hayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
91. İşte böyle! Onun ya­nında bulunan her şeyden haberdardık.
92. Sonra yine bir yol tuttu.
93. Ni­hayet iki dağ arasına ulaştığında bunların ötesinde nerede ise hiçbir sözü an­lamayan bir kavim buldu.
94, Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir bedel ödeyelim mi?"
95. Zülkarneyn şöyle cevap verdi: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.
96. Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını ay­nı seviyeye getirince (vadiyi demirle doldurunca) "körükleyin!" dedi. Artık onu kor haline getirdiği vakit, "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dö­keyim" dedi.
97. Artık onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler,
98. Zülkarneyn, "Bu, rabbimden bir rahmettir. Fakat rabbimin vaadi ge­lince O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır" de

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder